Bir gün, Şehir Ormanı’nın derinliklerinde bir fırtına vardı. Ağaçlar, rüzgarın şiddetiyle hırçın bir dans sergiliyordu; yapraklar, yerden yükseliyor ve havada çırpınarak kayboluyordu. Gökyüzü, gri bulutlarla kaplanmıştı ve bu kaos, dışarıdan bakanlar için bir tehlike hissi uyandırıyordu. Ancak ormanın kalbinde, içinde bir gurur taşıyan, kendini kasan bir adam vardı. O, fırtınadan etkilenmeyen bir kayaya benziyordu; dışarıdan güçlü ve haşmetli görünüyordu, ama içsel dünyasında bir fırtına kopuyordu.
Kendini bu kadar önemli hissetmesi, diğerlerinden farklı olduğunu düşündürüyordu. O, kollarında başarıların yüküyle yürüyordu. Buluştukları her ortamda kendisini övüyor, başkalarına üstünlüğünü kanıtlamak için didiniyordu. Ama her ne kadar yüzeyde bir egemenlik sergilese de, kalbinde bir boşluk vardı, sanki içindeki derin su, dışarıdan bakanların göremediği bir karanlıkla doluydu.
Dışarıdan bakıldığında, bu kişi toplumda aranan bir figür haline gelmişti. Fakat o, bu takdirin yüzeyi altında yalnızlıktan titreyen bir ruh barındırıyordu. Diğerleri onu ne kadar övse de, kalbinde bir şeyler eksikti. Kendini sürekli olarak kanıtlama çabası, ona geçici bir tatmin sağlarken, aslında gerçek bağlantılardan uzaklaştırıyordu. Yalnızca kendisini büyük göstermekle meşguldü; oysa gerçek değer, bir başkasıyla kurulan diyaloglarda saklıydı.
Bir gün, ormanın derinliklerinde, ansızın gürleyen bir yıldırım sesi duyuldu. Adam, bu sesle irkildi; fırtınanın gücünü artık hissetmeye başladı. Etrafındaki ağaçların gücü, ona dışarıdan hiçbir zaman görünmediği kadar zayıf hissettirdi. Kendini kasmanın, bu yükün altında kalmak olduğunu fark etti. O anda, yalnızlığının etkisi çarpıcı bir şekilde belirdi. Nasıl bu kadar değerli olup da bu kadar yalnız kalmıştı?
Fırtına dinmeye başladığında, gözleri yaşlarla doldu. Kendini önemli hissettirmenin bir bedeli olduğunu anladı. Diğerlerinin gözünde parlamak, onları kendisinden uzaklaştırmaya neden olmuştu. Gerçek bir bağlılık geliştirmek için dertlerini paylaşamadığını fark etti. İşte o an, duygusal bir soğukluğun kendisini sarıp sarmaladığını hissetti. Yüzeydeki zaferler, içindeki bağlılık eksikliğini asla kapatamazdı.
Kendini kasmanın ve yalnızlık içinde soğumak arasındaki sınır, ince bir ip gibiydi. Başarı birer parıltı sunduğunda, ona dokunan sıcaklığı kaybetmiş; derinlere inildiğinde, yalnızlık soğuk bir rüzgar gibi esmeye başlamıştı. Yıldırımların ortasında kalan adam, artık neyin gerçekten önemli olduğunu anladı. Kendine değer katmayı başkalarıyla kurduğu anlam dolu ilişkilerde bulabileceğini idrak etti.
Gözyaşlarıyla birlikte, o anki yalnızlığından arınmak için yeni bir yola çıkmaya karar verdi. Gerçek değerli olmanın, kendisini kasmamakla başladığını anladı ve bütün gerçeklerini, kırılganlıklarını başkalarıyla paylaşmanın yollarını aradı. Dışarıda fırtınanın dinmesiyle, kalbindeki soğukluk da azalmaya başladı.
Yenilenen enerji ve umut dolu bir kalple, ormanın derinliklerinde dostlarına, sevdiklerine yönelmeye karar verdi. Kollarını açarak kalbindeki yükleri paylaştı; gülümsemesi, çevresindeki her canlıya yayıldı. Aniden her şeyin anlam kazandığını, sevgi dolu bağlantıların ve dostlukların hayatın gerçek anlamını oluşturduğunu fark etti.
Ve böylece, mutluluğun sıcaklığı, az önce soğuk rüzgarların savurduğu o karanlık bulutları derin bir nefesle geçererek ortadan kaldırdı. Kalbindeki fırtına dinmiş ve yerine sevgiyle dolup taşan bir güneş doğmuştu. Artık yalnızlık hissi geride kalmış, etrafında anlayışla dolu bir arkadaşlık ortamı belirmişti. Gerçekten değerli olmanın, birlikte olmanın ve paylaşmanın getirdiği sevinçle, mutluluğun tadına varmaya başlamıştı. Çünkü hayatın en güzel renkleri, sadece paylaşıldığında ortaya çıkıyordu.
Önemli dipnot:
Ana görsel ve alttaki tablolar Destina’ya aittir.