BEŞ YÜZYILLIK İNSANLIK TARİHİ -Yüzyıllık Yalnızlık- (Cien años de soledad)
İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam toprağın insanı değildir “ (romandan alıntı)
İnsanlar kendilerine yurt kurarlar, doğa ile iç içe bir hayat biçimi oluştururlar, o yurtta medeniyeti, uygarlığı geliştiririler. Bilime ve yeniliğe açıktırlar. Fakat birgün uzaklardan devletin yetkilisi gelir ve “Evlerinizi maviye boyayacaksınız” der. Baskı başlamıştır, sonra o baskıya aracılık eden kilise gelir yurda. O güne kadar mutlu yaşayan Macondo halkı yavaş yavaş bir kaosun içine sürüklenir…
Cast çok iyi, oyuncular her bir karakterin üzerine adeta dikilmiş gibi. Müzik dersen hikayenin olayına göre değişen büyüleyici, gizemli, neşeli, kederli biçimde bir ırmak gibi akıp gidiyor… Evet bir hayali kasabada masalsı anlatımla büyülü gerçekçiliğin tüm çekiciliği sunulmuş bir dizi “Yüzyıllık Yalnızlık”
YAZAR VE ROMAN HAKKINDA
Kolombiyalı yazar Gabrial Garcia Marquez romanında tarihsel süreçte Kolombiya’nın yakın tarihine vurgu yapsa da daha geçmişe gidip Kristof Kolomb’un Amerika’ya ayak basmasıyla İspanyolların sömürgeciliğine geçecek olan bir kıtayı anlatmıştır aslında. O küçük Macondo kentinde büyük bir kıtanın acıları vardır. Marquez doğa ile uyumlu ve mutlu yaşayan Aztek, İnka,Maya gibi yerli halkların nasıl bir anda zulme baskıya uğradıklarının, yerlilere zorla Hristiyanlık dinini dayatmalarının hikayesini bir ailenin etrafında anlatmıştır. Bu ailede Marquez’in kendi ailesinden karakterler de vardır. Romanda hayali yer olarak kurgulanan Macondo kasabası da kendi çocukluğunun geçtiği kasaba Arataca’dır :
“Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları bir örnek bir yığın hısım akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım.”
Bir başyapıt olarak bilinen “Yüzyıllık Yalnızlık” 1967 yılında yayımlandı ve birçok dile çevrildi. “Kırmızı Pazartesi” ve “Kolera günlerinde Aşk” en önemli eserleri arasında yer alır. Gabriel Garcia Marquez 1982’de hakettiği Nobel Edebiyat Ödülü’nü alır. Yazar 17 Nisan 2014 tarihinde 87 yaşında Meksika’da hayatını kaybeder.
ROMANDAN UYARLANAN DİZİ HAKKINDA
11 aralık 2024, çarşamba günü dört gözle beklediğimiz “Yüzyıllık Yalnızlık” nihayet gösterime girdi. Dizi sekiz bölümden oluşuyor. Her biri ortalama 1 saat 5’er dakika olmak üzere toplam 8 saat 50 dakika sürüyor. Buendia ailesinin yüzyıllık sürecini anlatan bu epik eser ailenin etrafında şekillenen, değişen toplumsal hareketlere ışık tutarak aslında yüzyıllık insanlık tarihini anlatıyor. Bana sorarsanız insanı merkeze aldığımızda bin yıllık insanlık tarihini içine alıyor. Bugün günümüze baktığımızda diziden gördüklerimizden farklı ne var dünyada diye sormak isterim. Bireyden başlayıp aileye, oradan topluma uzanan 19.yüzyıl hikayesinde ana düşüncelerden biri olan “Ölmek için doğduk” sözü hikayenin kurucu karakteri José Arcadio Buendía’yı delirtirken izleyiciyinin bu gerçekle yüzleşmesini sağlıyor. Bu ironiyi içinde taşıyan trajik hikayenin başlangıcına gidelim isterseniz.
Hikaye neşeyle başlıyor hüzünle bitiyor.
1.bölümde Jose Arcadio Buendia’nın (Marco Gonzales) ve Úrsula Iguarán’ın (Susana Morales) düğünü vardır. İkisi de kuzenlerdir ve ailelerin batıl inançlar sebebiyle evliliklerine karşı çıkmalarına rağmen evlenirler. Ursula’nın annesi iki kuzenin evlenmesinden dolayı çocuklarının iguana olarak doğacağını kızına empoze eder ve kızına bekaret kemeri takar. Bu batıl inancın kökeni bilimsel olarak akraba evliliklerinde çocukların sakat doğma ihtimalinin fazla olmasında yatar. Gelişmemiş toplumlar bilimsel gerçeği kabul etmek istemezler ve onun yerine korkutucu batıl inanç geliştirirler. Bu şekilde korkuyla yaşayan Ursula ve batıl inançları olmayan, tamamen bilime inanan (daha sonra da kendini bilimsel çalışmalara adayan ) Jose Arcadio kasabadan ayrılmaya karar verirler. Bir grup köylü arkadaşlarıyla yola çıkarlar. Az giderler uz giderler; Arcadio denizi aramaktadır, amacı da deniz kenarında bir yurt kurmaktır. Bataklıklardan, ormanlardan geçerler, denize ulaşamayacaklarını anlayınca yorgunluktan bitap düştükleri için kendilerine uygun bir yerde dururlar. Aslında durdukları yerin yakınında deniz vardır ama bunu bilmedikleri köylerini durdukları yerde inşa etmeye karar verirler. bu yere de “Macondo” adı verirler…
Macondo’yu cennet bahçesine çevirirler, Latin amerika’nın ikliminde yeşillikten başı dönen bir kasaba yaratırlar. Úrsula ve José Arcadio’nun sağlıklı çocukları ve torunları olur, aile genişler. Buendia soyundan iguana doğmaz fakat farklı karakterlerde oğulları ve kızlarının bazıları insanlıktan çıkar.. Evde büyüyen çocuklar, torunların her biri bir insan modelini temsil eder, gelişen olaylarda kişilikleri iyice ortaya serilir, büyük oğlan başına buyruk ve bencildir, fırsat düştüğü anda diğer insanları ezmekten çekinmez. Zaten gençliğinde alıp başını uzaklara gitmiştir ve kendi gayri meşru çocuğunu da aileye bırakmıştır. İkinci oğlan Albay Aureliano Buendía (Claudio Cataño) önce muhafazakarların yanında yer alır, muhafazakar kayınpederi devletin yargıcıdır ve kurulmuş köyün en başta düzenini o bozmuştur. Aureliano muhafazakarların halka karşı zulmünü görünce liberallere katılır, aynı şekilde liberallerin tutarsızlığını, kaypaklığını ve çıkarları için tavizler verdiğini görünce bu kez gerçek bir devrimci olur. Ailenin en karakterli bireyi Aureliano’dur zaten. Evin kızları Amaranta ve Rebeca’nın başka arızaları vardır. Büyük oğlanın gayri meşru oğlu ise kasaba liberallerin eline geçtiğinde Macondo’nun lideri olur. Napolyan’a özenen Arcadio güç eline geçtiğinde üstündeki iyilik gömleğini çıkartır başka bir insana dönüşür, halkı haraca kesmeye başlar…
Burada en güçlü karakterlerden biri olarak karşımıza yine bir kadın çıkıyor. anne, nine Ursula! (Marleyda Soto) Evi çekip-çeviriyor, kocasının hayal dünyası içinde olmasından, bilime kendini vermesinden, sürekli yeni arayışlara yönelmesinden dolayı gerçek hayatı ihmal ettiğinden evin ekonomik yükünü de yine Ursula alıyor. Sorunlarla soğukkanlılıkla mücadele ediyor (Marquez’in büyük annesinin izlerini bu karakterde görüyoruz) Bu arada Ursula’nın yaşlılığını canlandıran Marleyda Soto çok güçlü bir oyunculuk sergiliyor…
Dizi içinde geçen çokca etkileyici ve evrensel cümlelere rastlayacaksınız. Aynı şekilde metaforik sahnelere de… Örneğin bir cinayet sonrası kanın yılan gibi kıvrılarak akması,uzun bir yol aldıktan sonra Ursula’nin önünde durması insanın tüylerini ürperten bir metafordu. İçinde yüzlerce anlamı çağrıştırıyordu… Ailenin büyük babası delirince ağaca bağlanması ve bağlanma şeklinin soy ağacının kökü şeklinde görülmesi de keza güzel bir imgeydi… Şehvet ve orgazm halinin deprem sallantısı şeklinde verilmesi başka bir anlatım üstünlüğü idi…
Film ve dizilerde dış sesi çok sevmiyorum ama bu diziye dış ses o kadar yakışmış ki… Masal dinliyor hissine kapılıyorsunuz. O masal kalbinizi acıtarak derinliklerinize işliyor… Muhafazakarların dünyanın her yerinde aynı şekilde davranış gösterdiklerine bir kez daha şahit oluyorsunuz. Seçim hilesi yapılan sahne sizi yüzyıl sonrasına bugüne getirecek. Çünkü o sahnelere Türk halkı da hiç yabancı değil. Evet baskıcı resimlere karşı halk refleksine Ursula’nın güzel bir cevap veriyor: “Korku ile saygı çok farklı seylerdir” size duyulan saygı değil korkudur demek istiyor.
Liberaller de bildiğimiz liboşlar. Ülkemizde sebep oldukları sonuçların sancılarını hep birlikte çekiyoruz . Ve halk için her şeyini ortaya koyan yurtseverler, kendini ülkesine ve halkına adayan yurtseverler onlar da dünyanın her yerinde aynılar. Ülkelerini kötülükten baskıdan kurtaranlar da onlar zaten…
Dizi üzerine çok daha fazla söz söylenebilir kuşkusuz. Kısaca ifade etmek gerekirse bir aile etrafında toplumun değişim, gelişim sancılarını her yönüyle bilim, sanat, dil, din,siyaset ekseninde savrulan, savrulmayan insan karakterleri üzerinden büyülü gerçeklikle bir destan izleyeceğinizden kuşkunuz olmasın. Romanı çok önce okuduğum için ne kadar metne bağlı uyarlanmış kestiremiyorum ancak romanı okumayanlar ya da zorlandıkları için yarıda bırakanlar diziyi izledikten sonra mutlaka okuyacaklardır, ben de ikinci kez yeniden okuyacağım.
İstisnasız bütün oyuncular çok iyiler ancak nazarımda öne çıkan iki oyuncuyu belirtmem gerekir. Albay Aureliano’yu canlandıran Claudio Cataño ve yaşlı Ursula’yı oynayan Marleyda Soto müthişti… Düşlerin ve gerçeklerin iç içe geçtiği bir masal dünyasını evin iç içe geçen odalarıyla anlatıyor yönetmen; iç içe geçen odalarla o kadar çok şey anlatıyor ki aslında… Ve son sahne; yağmur değil gökyüzünden sarı çiçeklerin yağdığı sahnede insanın nutku tutuluyor adeta. Sarsıldım.
Diziyi Jose Rivera, Natalia Santa, Camila Brugés, Albatros González yazdı, yönetmenliği ise bir kadın ve bir erkek paylaşıyor. Laura Mora ve Alex Garcia Lopez. Bence yönetmenin kadın ve erkek olması diziye fazlasıyla avantaj sağlamış…
Herkesin evini istediği renge boyadığı bir dünyaya… O zaman gökyüzünden çiçekler yağacaktır bir gün mutlaka… İkinci bölümü merakla bekleyeceğim.
İyi seyirler…
Yönetmen : Laura Mora Ortega, Alex Garcia Lopez
Senaryo : Jose Rivera, Natalia Santa, Camila Brugés, Albatros González
Görüntü Yönetmeni : Camilo Sanabria, Sarasvati Herrera
Kurgu : Irene Blecua, Alicia González Sahagún, Jonathan Pellicer, Miguel Schverdfinger
Müzik : Camilo Sanabria
Oyuncular : Claudio Cataño, Jerónimo Barón, Marco González, Leonardo Soto, Susana Morales, Ella Becerra, Carlos Suárez, Moreno Borja, Santiago Vasquez, Gino Montesinos
Kaynak: Ortakoltuk Sayfasından Alınmıştır