Can Babanın Bizleri Terk Edip Gittiği 25. Yılında Saygıyla Anıyoruz
”Ömür dediğin üç gündür; dün geldi geçti, yarın meçhuldür. O halde ömür dediğin bir gündür; o da bugündür.”
Çünkü hayat, birinin tüm kalbiyle senin yanında olduğunu bildiğinde güzelleşiyor. Gittin mi büyük gideceksin. Ayrılık bile gurur duyacak seninle.”
Demiş usta ve dediği gibi de çekip gitmiş aramızdan…
Bu günlerde toplumda hızla artan bir duyarsızlık özellikle geçmiş değerlerimize sarılmayı, onları her an yaşatmayı bırakın, görmezden, duymazdan gelmenin arttığı bir dönemi yaşıyoruz. Bunun için ne toplumu ne de aydınlarımızı suçlamamak gerekiyor çünkü bu durumda giderek daha zorlaşan hayat ve ağırlaşan adeta içinden çıkılmaz hale gelen hayat pahalılığının rolü olsa da daha çok kültür ve sanat ile çoğunluğun ilgili olmamasından kaynaklanıyor.
Ne var ki yazanların görevi, sıkıntıları belirtmek ama abartarak karamsarlık yaymak asla değildir. En zor ve umutsuz zamanda bile umudu yüceltmek gerekiyor yoksa yaşamak mümkün değildir.
Adı şimdi aklıma gelmeyen bir yazarımızın dediği gibi, ”Tanrı, insanlardan umudu kesseydi eğer; her sabah dünyaya çocuklar doğmaz- gelmezdi.”
İnternet’te de kolaylıkla bulacağımız Can Yücel bilgilerini çok kısa özet yazmak yazının karakteri gereği zorunlu olduğu için, ben de kısaca tekrarlayacağım.
Can Yücel Kimdir?
21 Ağustos 1926’da İstanbul’da doğdu. Milli Eğitim eski bakanlarından Hasan Ali Yücel‘in oğludur. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Klasik Filoloji Bölümü ve İngiltere’de Cambridge Üniversitesi‘nde öğrenim gördü.
Uzun süre Fransa’da Paris ve İngiltere’de yaşadı. Yurda dönüp 1953’te Kore Savaşı‘na katılan Türk birliğinde askerliğini tamamladı. Tekrar İngiltere’ye gitti. Londra’da BBC‘nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı. 1963’te Türkiye’ye döndükten sonra Marmaris’te bir süre turist rehberi olarak çalıştı. Ardından İstanbul’a yerleşti.
Bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını sürdürdü.
İstanbul’da Vatan, Demokrat, Söz gazetelerinde köşe yazıları yazdı. Önce İzmir’e oradan da Muğla’nın Datça ilçesine taşındı. 12 Ağustos 1999’da yaşamını yitirdi.
Okumuş yazmış aydınlar arasında çokça anlatılan bir anıda da eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in oğlu olmasından dolayı Can Yücel’in, şimdikiler gibi babasının mevkiinden yararlanmak yerine tersine, laf olur diye İsviçre’ye tıp eğitimi almaya gidememesi onun yerine sonraları çok ünlü olan ve giden Gazi Yaşargil‘dir.
Hikâyenin kısa özetini yazmak istiyordum ancak, hikâyenin Gazi Yaşargil tarafından doğrulanmadığını öğrendiğimden yazmıyorum. Yine de İnternet’te Can Yücel, Gazi Yaşargil‘in İsviçre’ye tıp eğitimi için, burs alma öyküsü yazarsanız ulaşırsınız.
Ancak Prof. Dr. Gazi Yaşargil, bu anlatıyı yalanlayarak “Ne bana burs verildi ne Can’a. İkimiz de ailemizin imkânlarıyla yurt dışına çıktık” şeklinde düzeltmişti.
Yazımıza değerli abimiz Hakkı Gümüştaş’ın ünlü Gemi Kitap Fuarı çalışmasındaki çok bilinmeyen Can Yücel anısıyla devam edelim:
”Yıl 1995 Can Yücel’i İzmir’de Selçuk Sanat ve Kültür Gemisinin açılışı için davet etmiştik. Hem ülkemiz hem de İzmir için bir ilkti. Gemide kitap ve el sanatları stantları vardı. Bir resim sergi salonu ve müzik yapılabilecek söyleşiler düzenleyecektik. Üç yıl boyunca çeşitli etkinlikleri yapabildik.
En önemli olayı ise Can Yücel’in açılışa katılmasıydı. Resimlerde gemiye girerken ve imza yaptığı anları görüyorsunuz. İzmirlilerin yoğun ilgisi oldu.
Can Yücel kitaplarını imzalıyor bir yandan da ufak ufak şaraplanıyordu.
Etkinlik sona erdiğinde kalktık otele bırakmak üzere dışarı çıktık. Ayrılmadan önce kulağımıza fısıldadı. Bir şişe daha yollayın otele de ben devam edeyim.
Aynı yıllarda bir akşamüstü TYS’nin bir akşam keyfi için Çemberlitaş’ta bir gazinomsu bir yerdeydik. Aramızda bir de İzmirli yazar vardı. Can Yücel iki de bir sarılıp öpüyordu. İzmirli yazar ise böyle toplantılara alışkın değildi. Ya ne yapıyorsun gibi hareket gösteriyordu. Ben de O Can yücel demişim daha ne istiyorsun sevdi seni sana sarılıyor…”
(Hakkı Gümüştaş)
Can Yücel’i en iyi anlatan söz veya sözler hiç kuşkusuz onun şiirleridir. Bugün ki yazıya da eyvallahı Can babanın şiirlerinden biriyle yapalım. Yeni bir yazıda görüşmek üzere sevgili dostlar, değerli okurlar. Öncelikle kısa sonra daha uzun bir şiiriyle esen kalın dostlar.
20 Yaş, 35 Yaş, 40 Yaş ve Bugün ki Ben
Şunları bir araya toplayayım.
Bir güzel muhabbet edelim- diye düşündüm.
Mutfak işinden de anlarım.
Donattım sofrayı.
Bayağı uğraştım.
Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim.
Bayağı da para gitti.
Birinin yediğini öbürü yemez.
Ötekinin içtiğini beriki içmez.
Dört kişilik sofra kurdum.
Mumları da yaktım.
Bak hepsi, Erick Satie severdi. Hatırladım.
Müziği de ayarladım.
Geldiler.
20 yaşında ben,
35 yaşımda ben,
40 yaşımda ben ve
Bugünkü ben dördümüz.
Birden 20 yaşımı, 35 yaşımın karşısına oturttum.
40 yaşımın karşısına da ben geçtim.
Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.
Yatıştırayım dedim.
-Sen karışma moruk- dediler. Büyük hır çıktı.
Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.
Evin de içine ettiler.
Bende kabahat.
Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine… (Can YÜCEL)