Avanak Avni’nin ve Utanmaz Adam’ın babası, değerli karikatürist, yazar, tiyatro ve pandomim sanatçımız Oğuz Aral’ı saygı ve rahmetle anıyoruz.
Güzellik, insanın yüreğinde olmalı. Demek ki insanoğlu, kendine yapılan kötülükleri asla unutmuyor ama kendi yediği haltları hatırlamıyormuş. Giderayak bunu da öğrendim.
Ben bu adamdan şikayetçiyim… Bütün hayallerimi mahvediyor!
Ben ırk, din, milliyet farkı gözetmeyen biriyimdir. Gözetenleri de sevmem. Sınırların kalkacağı, ulusların tek bir Dünya Devleti bayrağı altında birleşeceği bir yaşamı hep düşlerim.
Ağabeyciğim, dert etme; dünyada her şey zaten yarım kalır. Bütün filmler, romanlar, savaşlar, sevgiler yarım kalmıştır. Kim neyi bitirebilmiş ki!.. Senden sonra bitmiş bir işi kim tekrar dener?
İşte esas olan, o yarımın güzel bir yarım olması
Yaşlandıkça, dişlerimin eksilmesine, saçlarımın dökülmesine fazla bir itirazım olmamıştı. Ama saçmalama becerimi kaybedersem, ben nasıl yaşarım!.. Oysa saçma sapan ne hayaller kurmuştum…
Türkiye’nin En Büyük Mizah Dergisi: Gırgır ve Oğuz Aral
Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük mizah dergisi olan Gırgır’ın yaratıcısı Oğuz Aral’ı 26 Temmuz 2004’te kaybettik. Demek ki 25 yıl geçmiş Oğuz Aral’sız!
Oğuz Aral ve Gırgır Dergisi’nin Yükselişi
Oğuz Aral deyince aklımıza birden fazla yetenek gelir, ancak o “Gırgır’ın Babası” olduğuna göre buradan başlamalıyız. Gırgır dergisi, dergi olmadan önce Günaydın gazetesinin içinde Oğuz Aral imzalı çizgili bir köşe olarak 1970’in Ocak ayında okuyucu karşısına çıktı. Sonra Günaydın’ın kardeşi Güneş gazetesinin eki olarak yayımlandı. En sonunda, 1972 yılının Ağustos ayında, Gırgır Dergisi logosuyla raflardaki yerini aldı. İlk sayı 40 bin tirajla yayına başladı. Düzenli artışla 1974’te 135 bine ulaştı. Artık her sayısı rekor kırıyordu. 1980’de, 500 bin tirajla, dünyanın en çok okunan üçüncü mizah dergisi haline gelmişti.
Karikatür ve Mizahın Geleceğine Yön Veren Oğuz Aral
Karikatür ve mizah dünyasının “Oğuz Abisi” sadece dergi yönetmeni olmadı. Bu alanda haklı bir şöhrete ulaşan pek çok karikatürcü ve mizah yazarı yetişmesini sağlayan, tek kişilik bir akademi işlevi de gördü. İlk imzaları Gırgır’da çıkan, o kadar çok sanatçı var ki bunları saymaya kalksam, İstanbul’un Oğuz Aral’a ayrılan sayfaları yetmeyebilir. Ama yine de bir demet sunmak gerekirse, Gani Müjde, Engin Ergönültdaş, İrfan Sayar, Hasan Kaçan, Necdet Şen, Latif Demirci, Behiç Pek, Metin Üstuğndağ, Nuri Kurtcebe, Ergun Günüz, Atilla Atalay, Cihan Demirci, İlban Ertem, Galip Tekin, Mehmet Çağçağ, Gülay Batur, Ramize Erer, Sarkis Paçacı ve Tuncay Akgün’ü sayabilirim.
Tatlı Sert Bir Öğretmen: Oğuz Aral’ın Karikatür Seansı
Oğuz Aral, 1975 yılının başında dergi sayfalarından birini “Çiçeği Burnunda Karikatürcüler” adıyla amatörlere ayırdı. Mektupla gelen karikatürleri yayımlayacağını açıkladı. Bu arz, büyük bir talep yarattı. Postayla başlayan uygulama, sonra yüz yüze görüşmelere dönüştü. Pazartesi günleri akşam başlayan karikatürcü yetiştirme seansı, gece yarısına kadar sürüyordu. Elinde karikatürleriyle Oğuz Aral’ın önünde kuyruk olanlar arasında, bu satırların yazarı da vardı!
Oğuz Abi’nin ciddiyeti, askerî kışla havası yaratıyordu. Korku ağırlıklı saygı ve büyük bir sessizlik hakim oluyordu. O zamanlar pek farkında değildik, ama o, bir “mizahçı ordusu” yetiştiriyormuş. Ziyadesiyle şefkatli olduğunu, çok sonraları herkes öğrenmişti. Çocukların şımarmasın diye onlara olan sevgisini saklayan, otoriter bir baba gibiydi.
Oğuz Aral ve Sanat Anlayışındaki Zıtlıklar
Sanatı konusunda ödünsüz tavrı, onu sert söylemlere yöneltebiliyordu. Karikatürcülerin Derneği’nin geleneksel 1 Nisan yemeklerinden birinde sunucu olarak “babaları” sahneye davet ediyordum. Bedri Koraman konuşmasını yaparken “siyasi karikatürüün bittiği” gibi bir cümle kurunca, onunla aynı masada oturmakta olan Oğuz Aral, bu bütün salondan duyulacak bir şekilde “Yanlış, yanlış… Doğru değil bu” diye haykırdı: “Çıkın bu adama cevap verin!”
Salonda bulunan Gırgır ekibine savaş talimatı gibiydi bu çağrı… Neyse ki Bedri Abi, mikrofondan bir düzeltme yapıp Aral’ın gönlünü alarak aynı yemek masasındaki yerine oturdu.
Oğuz Aral’ı “Tanıyorum” diyebileceklerin pek çoğu, buraya kadar okuduklarınızla tanıyıp biliyor olabilir. Ama bu buzdağının görünen yüzüdür. Tıpkı Korhan Atay ve Figen Kumru Akşit’in söylediği gibi. İki değerli gazeteci dostumuz 2008’de yazdıkları “Mizahın Abisi Oğuz Aral” kitabında şöyle diyordu:
“Gırgır kuşağına mensup olduğumuz için yaşamı boyunca öz abimiz kadar iyi bildiğimizi sandığımız Oğuz Aral’ı gerçekten hiç tanımadığımızı, bu kitapta yer alan yakınlarının anlattıkları sayesinde öğrendik!”
Oğuz Aral, Balkan göçmeni bir ailenin ilk çocuğu olarak 22 Haziran 1936’da İstanbul’un Silivri ilçesinde dünyaya geliyor. Bu büyük işler yapmak üzere tasarlanmış, özel bir çocuk olduğunu erken yaşlarda gösteriyor.
Daha 14 yaşındayken, desenleri, karikatürleri, vinyetleri dergilerde ve kitaplarda yayımlanıyor. Bu işlerden kazandığı parayla ailesine yük olmaktan kurtuluyor.
“Akbaba”, Türkiye’nin en uzun ömürlü mizah dergisidir. Aral, 17 yaşında bu dergide profesyonel olarak çizmeye başlıyor. 19 yaşında ilk çizgi romanını yayımlıyor. 1950’li yıllarda, dönemin ünlü mizah dergileri Tef, Taş, Dolmuş’ta karikatürleri basılıyor. Her daim sonraki yılların insanı olduğunu gösteriyor.
Gırgır dergisi ise bu özelliğin en somut örneği denebilir. Çünkü önceki mizah dergileri, genel kültür düzeyi bakımından orta ve ileri yaş kuşağına hitap ediyordu. Gırgır ise ilk kez öğrenci ve gençlik kuşağını okur kitlesi içine katmayı başardı.
Oğuz Aral, Gırgır çağı öncesinde kurduğu reklam şirketiyle Türkiye’de ilk defa karikatürlü reklamlar yaptı. Önce sinemalarda, sonra TRT ekranlarında gösterilen bu çizgi filmler, onun görsel anlatım becerisini ortaya koyuyordu.
Yarattığı en ünlü eserlerden biri, Gırgır’ın adıyla anılan mekanik süpürgeden ilham alınmıştı. Aynı anda hem ileri hem geri hareket edebilen, elektrikli süpürge işlevini gören bu alet, kullanıldığında “gırgır” diye ses çıkarıyordu.
Oğuz Aral, profesyonel sanatçılardan hiç geri kalmayan bir bağlama ustasıydı. Yakın dostları Arif Sağ, Yavuz Top ve Zülfü Livaneli’yle bir araya geldiğinde, “kapalı devre” yaşanan bir müzik şöleni ortaya çıkardı.
Ortaya koyduğu ve pek bilinmeyen işler arasında, Türkiye’nin ilk pandomim topluluğu da vardı. Sözsüz tiyatro olarak, pek çok oyun yazdı. Kendi yetiştirdiği oyuncularla İstanbul ve çeşitli Anadolu şehirlerinde ücretsiz gösteriler yaptı.
Uzun yıllar konservatuvarlarda pandomim dersi verdi. Öğrencileri dışında, bu sanatın öğretilmesini kimse sağlamadı.
En son, çeşitli sanat alanlarındaki zıtlıkları ve çok yönlü kişiliği ile Oğuz Aral, Türk sanat ve mizah tarihine damgasını vurdu.
Oğuz Aral: Çok Yönlü Bir Sanatçı ve Yaratıcı Zihin
Oğuz Aral, çok usta bir tiyatro yönetmeniydi. Örneğin, “Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı” oyunu onun yönetiminde sahneye konuldu.
Gırgır dergisinin patronu Haldun Simavi tarafından Ertuğrul Akbay’a satılmasından sonra, Oğuz Aral’ın “sonbaharı” başladı. Ama o yine durmadı. Bu sefer de seramik ve yağlı boya tablolar yapmaya başladı. Sergiler açmak için değil, kendi yaratıcılığını yansıtmak amacıyla…
Bu kadar görkemli bir yaşamın son yıllarında hüznü damgasını vurdu. Yalnızlığı seçti. İntihara muadil olacak alışkanlıklarını—dört-beş paket sigara, öğle saatlerinde içmeye başladığı rakılar—hâlâ inatla devam ettirmesi, onun ağır bir ruh hali içinde olduğunu gösteriyordu.
Ülkenin en parlak sanatçılarından olan Oğuz Aral, 68 yaşında, bir yaz sıcağında Bodrum’da, hayattan, dostlarından ve sevdiklerinden koparıldı.
Doğumunun 88. ölüm yıldönümünde, onu saygı, sevgi ve özlemle anıyoruz. (Yazı: Nazım Alpman)
Metin Üstündağ’dan Anlamlı Bir Değer Yaratıcı:
“Oğuz Abi’nin kıymetini ve mucizevi hünerini,” dergi yöneticisi olduğum sıralarda daha iyi anladım. Özellikle ÖküZ dergisinin yayın yönetmenliğini yaptığım dönemlerde…
Ben, okumuş yazmış, eli kalem tutan birçok yazar-çizerle derdimi anlatmakta zorlanırken, Oğuz Abi, Gırgır dergisinde Edirne’den Van’a, Mersin’den Trabzon’a birçok köylü, kasabalı ve şehirli çocuğa karikatür denilen dünyanın en illet işini sakız çiğner gibi, çekirdek çitler gibi basit bir şekilde anlatıp öğretip, onları kısa zamanda karikatürist yapmıştı.
Öyle ki, karikatür sanatı bir süre sonra geleneksel el sanatlarımızdan biri haline gelmişti. İnsan sarrafıydı. Sizinle yarım saat konuşsa, kaderinizi okuyabilir ve hatta değiştirebilirdi. İçinizde, kendinizin bile bilmediği, gizli kalmış yanlarınızı karikatür denilen araçla nasıl ortaya çıkarabileceğinizi şaşırtıcı bir hızla gösterirdi.
Metin Üstündağ
“Dergide çalışmak için beni de çağırdığında en büyük rüyam gerçeklemişti” diyen Tuncay Akgün, karikatür alanında önemli bir isim.
Oğuz Aral’ın hayatımda en önemli dokunuşu olduğunu söyleyen Akgün, şunları ekliyor:
“Hatta amatör olarak Gırgır’a gidip gelen, gelemese de karikatürlerini mektupla gönderen, Oğuz Ağabey’den ciddi cevaplar alan yüzlerce mizahçı adayı da söyleyebilir. Ortaokul-lise yıllarımda amatörleri kabul ettiği pazartesi günlerinde gidip geldiğim, onunla karşılaşma şansı yakaladığım Gırgır dergisi… Kapısından girer girmez müptelası olduğum matbaa mürekkebi kokusu hâlâ burnumda… Onun odasına girişimizi organize eden Oğuz Ağabey’in sekreteri Mevhibe Hanım; adeta bir melek… Ve Oğuz Ağabey’in karikatürlerimize bakarken ağzından dökülen her sözle büyülenen, önümüze serdiği yolun heyecanı, tutkusuyla sarhoş olan biz genç mizahçı adayları… Bir baba gibi otoriter ama bir o kadar da şefkatli, hücrelerinizdeki atomlarınıza kadar hisseden bir hoca figürü…”
Akgün, anlatımını şöyle sürdürüyor:
“Bir iki hafta o amatör günleri kaçırdığınızda merak eden, 80 öncesi her gün 10-15 kişinin katledildiği, onlarca gencin hapislere, karakollara düştüğü bir sürecin içinde Gırgır’a tutunan bir genç adam için kaygılanan, arayıp soran, soruşturan bir usta…
Dergide çalışmak için beni de çağırdığında en büyük rüyam gerçek olmuştu. Sonrasında o mesainin, sabahlamaların parçası olmak hayatımın en eşsiz, mutlu yılları oldu. Onu kaybettiğimizde, Leman kapağında ‘Bizi bir bir meslek ve mesele sahibi yaptı’ diye yazmıştık. Söylenecek, yazıp çizilecek çok fazla şey var daha, ama bu söz her şeyi özetliyor.”
Serhat Gürpınar, karikatürist ve görsel yönetmen, Gırgır ile tanışmasını ve onun kendisine verdiği ilhamı şöyle anlatıyor:
“Gırgır’la 1974’te tanıştım. Oğuz Aral’ın amatör çizerler için yazdığı eleştirileri adeta yuttum. 77’de karikatür çizmeye başladım. Pazartesileri, dergide buluşma ve sohbet günümüzdür. Oğuz Aral, amatörleri tek tek ilgilenir, neler yapmaları gerektiğini anlatırdı. Bu bizim gibi, Cağaloğlu’nu bilmeyenler için çok kıymetliydi. Her şey çok uzaktı ama benim neyim eksikti… 78’de çizdiğim üç karikatürle Cağaloğlu’na gönderdim. Ama o zamanlar yurt dışındaydı ve çizdiklerimi Orhan Alev ve İsmet Çelik beğenmedi. Çok üzgün eve döndüm. Birkaç gün sonra yeniden başladım ve devam ettim. Sistem değişmişti; yüz yüze görüşmeler yapılmıyordu. Karikatürler dosya ile gönderiliyor, Oğuz Abi de eleştirilerini yazıp, beğendiklerini makbuzunu iliştiriyordu. 79’da ilk karikatürüm yayımlandı ve dosyama cesaret verici birkaç satır yazmıştı. Artık tema ve stilim onaylanmıştı. Ama yine de görüşme olmamıştı. Birkaç haftalık pazartesi mesaileri sonunda dosyayı aldığımda, kalbim yerinden çıkacak sandım. Üzerinde ‘Özel konuşulacak’ yazıyordu. Dosyayla odasına gittim ve bıraktım. Niyeyse çok şaşırmıştı. ‘Bu sen misin?’ diye sordu. ‘Evet abi’ dedim. Dediklerini zannediyorum ki
‘Iyi ki’ diye bir ses çıkmış olması ihtimali daha yüksek. ‘Geç içeri kendine bir masa bul’ dedi. 80’de Gırgır çizeriydim.
Serhat Gürpınar’ın karikatürü.
Bir gün, ‘cam taşıyan adamlar’ isimli karikatürü çizmiştim. Odanıza gittim, titreyerek masasına bıraktım. (Genellikle odalara girerken titrer ya da nefes tutarız, çıkana kadar da bırakmadan dururuz.) Tabii ki, ilk çizdiklerim her zaman beğenilmez. O anki hislerim ve beklentim belki de boşa çıkmıştı. Ama bilmiyorum, belki de o zaman, ilk çizdiklerimi beğendi ve tarih koydu.
O gece, odasında kalktı, ‘Kaldır kollarını’ dedi. O önde, ben arkada hayali camı taşımaya başladık. İçimde inanılmaz bir şaşkınlık ve heyecan vardı; çünkü çizerlerin tanrısı, işi gücü bırakmış, benim de yardımımla nasıl cam taşınır, ağırlık omurgayı nasıl etkiler, hangi kol ne kadar gerilir, ayakların pozisyonu nasıl olur gibi çeşitli varyasyonlarıyla doğruyu bulmaya çalışıyordu.
Bu süreç, bana tökezlenemeyecek bir hayat dersi veriyordu ve karşılığı asla ödenemeyecek kadar muhteşemdi.
İnsanlar çok sorardı:
“Karikatürlerde çizildiği kadar sert biri mi?”
Cevap çok basit:
Bir gün odasından çıkarken kapıya vurmuştum.Yıllar içinde, onunla baba-oğul gibi olduk. Çok üretim yaptık, çok gerildik, çok eğlendik, çok düşündük ve en önemlisi, birlikte paylaştık.
12 Eylül sonrası muhalefet yaptık. Zor günlerdi. ‘Kahkahanın gücünü sakın yabana atmayın’ demişti.
Tüm bunları, burunları çiçekliyken alıp, önce bir ağaç, sonra da koca bir ormana dönüştürdüğü genç insanlarla yaptı.
Yıllar sonra, yine aynı muhalefet duygusuyla, Gezi Parkı olaylarında rastladık bu ruhu. O zaman, bir binada toplanmış 25-30 kişiden ibaret değildik; her zamankinden daha büyük, orantısız zekâ kullanan koskoca bir ulus olduk.
Ve, sazıyla bize ne de güzel yol göstermişti.
Yigit Bener’den Oğuz Aral’a ve Sürpriz Maceralarına Dair Anlatımlar
“Avni Almanya’da, Hollanda’da, Yunanistan’da…” diyen Yiğit Bener, Oğuz Aral ve Gırgır hakkında oldukça çarpıcı anekdotlar paylaşıyor:
“Çok önemli bir sanatçıydı Oğuz Aral, ama en önemli eseri 70’lerin sonunda, beş yüz binlik tirajıyla Gırgır dergisiydi desek yanılmayız. Tam bir sosyolojik fenomen Gırgır o dönem. Elden ele dolaşarak dört-beş milyon okura ulaşıyordu aslında. Perşembe sabahları ekmek kuyruğundan önce Gırgır kuyruğuna girerdik. Sıkı muhalif, nitekim 12 Eylül’den sonra bir süre kapatıldı. Aynı zamanda bir ekolü temsil ediyordu Gırgır. Sonraki dönemin birçok çizeri Gırgır’dan yetişmiştir. Oğuz Aral’ın en popüler karakteri ‘Avanak Avni’, yetişkin haline dönüşmüş olarak dergiye giriyor; biraz lümpen, apolitik bir karakter. Bir gün merak ediyor, çocukluğu neye benzerdi bunun diye. Bir kerelik olsun diye çizmiş, sonuçta bizim sevdiğimiz o sevimli, mahalle çocuğu, iyiliksever, fırlama, cingöz olan Avanak Avni çıkıyor ortaya. Elmayı çok seviyor, banyo yapmayı hiç sevmiyor, mahallenin Leyla’ya âşık, tuhaf tuhaf sesler çıkaran, dıgıl dıgıl diye sesler çıkan, konuşmayı bilmeyen bir karakter. Sonra dünyayı gezmeye niyetleniyor, devrimci militanlık yapıyor. Diyeceksiniz ki, nereden çıktı bu? Bilmiyorsunuz, ama gerçek hayatta var.”
“O dönemde sürgün koşulları devam ediyordu. Ben Belçika’da, 4. Enternasyonal’in partisinde militanlık yapıyorum ve partinin dergisinde yazı işlerinde görevliyim. Birçok sol dergisi gibi, onun da kuru ve sıkıcı bir mizanpajı vardı. Ben de Gırgır okuruydum ve acaba biraz karikatür olsa iyi olur diye düşündüm ama çizim yeteneğim sıfırdı. Gırgır’dan Avni’lerin karikatürlerini kesip derginin sağına soluna serpiştirmeye başladım. Çok beğenildi ve sevildi. Sonra gençlik örgütümüz ‘Bunu bildirilerimizde kullanabilir miyiz?’ dedi. Ben de ‘Tabii kullanın, kim duyacak kim bilecek?’ dedim.”
“O sırada Brüksel’de büyük bir barış yürüyüşü yapıldı, 500 bin kişi, kentin nüfusunun yarısı. Yürüyüş sırasında, devasa bir pankartta ‘Avni’yi fişleri Amerikalılara geri yolluyor’ yazıyordu ve arkadan insanlar geliyordu. Sürreal bir sahne. Başımdan aşağıya kaynar sular indi ama iş orada kalsa iyi. Ardından bizim Meksika örgütü ciddi bir seçim başarısı elde etti, altı milletvekili seçtirdi. Gazetesinin ilk sayfasında kim kutluyor zaferi? ‘Avni’yi. Sonra iş çığırından çıktı; ‘Başkasından duymasın, benden duysun’ diyerek Oğuz Aral’a bu hikâyeleri uzun uzun anlattım. ‘Kusura bakmayın, ben bu kadarını düşünmemiştim, kontrolden çıktı bu işler,’ diye yazdım.”
“Aradan birkaç hafta geçti, Türkiye’den Nokta dergisinde benim anlattıklarım çok keyifli ve mizahi bir dille aktarılmıştı. Anladım ki, aslında Oğuz Abi bunları hoş karşılamış. Aynı zamanda Belçika’da göçmenler için kültür faaliyetleri yürütüyordum. Bana önerdiler: ‘Belçika’da bir karikatür sergisi düzenlesek…’ Çok ilginç olur dedim ve hemen Oğuz Aral’a yazdım. ‘Gelirim, ama bir şartla: Uyduruk bir kenar mahallede etkinlik istemem,’ dedi. Biz de çok büyük düşündük ve beklenmedik bir şekilde, hem onun hem bizim umduğumuzun ötesinde oldu, olağanüstü bir yankı buldu…”
Mehmet Çağçağ’dan Oğuz Aral’a Övgü ve Anılar
“Öyle bir karizması vardı ki büyülenmiştim” diyen Mehmet Çağçağ, Oğuz Aral ve onun mirası hakkında şöyle anlatıyor:
“13 yaşındayken resim okumak için girmeyi hayal ettiğim Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ni kazandığımda yıl 1977’ydi. Aynı sene Temel Sanatlar dersinde sıra arkadaşım Gani Müjde’nin derste yayımlanan çizgisini sevinçle bana göstermesinden etkilenerek ‘Ben de yaparım’ demiştim. Gani’nin cevabını hiç unutmam: ‘Bu iş resim çizmeye benzemez, çok daha zor.’ Bu söz içimde bu zor sanata karşı bir ilgi oluşturdu. Sonrasında Gırgır dergisinin yolunu tuttum. Her hafta sonu, çizgisini göstermek için bekleyen hevesliler kuyruğunda kendimi buldum. Kuyruğun başında adını daha önce hiç duymadığım derginin başıyla nihai karşılaşmaya iki çizer kalmıştı ki biri heyecandan önümde bayıldı. Masasında kolsuz atletiyle oturan ince bıyıklı bu adam bir anda ayağa kalktı ve yerde baygın yatan amatör çizeri müdahale etti, şekerli su içirip onu ayılttı. Bu adamın o anki heybetine karşılık ben de büyülenmiştim. Sıra bendeydi. İlk karikatürüm, bir dağ tüneline girmek üzere olan trenle ilgiliydi. Bana ‘Hiç mi tren görmedin evladım, bu nasıl tren?’ diye sordu. ‘Görmedim abi’ dedim titreyerek… ‘Nerelisin?’ diye sordu bu sefer de. ‘Karadenizliyim, Şebinkarahisarlıyım’ dedim. ‘Şebinkarahisar Karadeniz sayılmaz’ dedi… Bir kâğıda bir para yazdı. Bu meblağ devletin bir aylık öğrenci bursunun yarısı kadardı neredeyse. ‘Al, bu kâğıdı göster, paranı aşağıdan vezneden alırsın ama bu karikatürü al git Sirkeci İstasyonu’na, orada bir tren var, iyice etüt et, yeniden çiz, haftaya getir’ dedi…
Gittim, treni buldum ve seyre koyuldum, kafama tüm detayları yerleştirmek için belki de şimdiye kadar en uzun bakan kişiyimdir. Bu süreç, bana büyük bir hayat dersi verdi; Oğuz Aral aslında bana kapıyı aralamıştı, ama asıl önemli olan onunla her konuşmamızda içeriye adım attığımız hayat ve sanat dersi, tarih, felsefe, psikoloji, sosyoloji, tiyatro, kostüm, trajedi, drama, komedi, şarkı, türkü, folklor, çizim, salaklık, aptallık, kurnazlık, sinsilik, binbir ifade, tipleme ve soyutlama dersleriydi.
Bu büyük bir şanstı, onunla karşılaşmak ve yollarımızın kesişmesi. Bu deneyim, bizim gibi az bulunur ve zor yetişir kuşaktan olan çizerlere büyük bir kazanım oldu. Akademi’nin yanında, çok daha büyük zorluklarla dolu bu ekolün hocası, halk filozofu, bilge ve yorulmak bilmeyen bu çalışkan usta ile zamanla kendi yolumuzu çizmek üzere yollarımız ayrıldı. Çok sonra onu evinde ziyaret ettiğimde, Gırgır’ın başarısı üzerine sohbet ederken, ‘Dünyanın üçüncü dergisi olmak kolay mı oğlum?’ dedi. ‘Ben sizi Türk gibi düşünürüp, Alman gibi çalıştırdım, başarının sırrı budur,’ diye ekledi. Sonra da ‘Ama siz de benim başaramadığım, hep hayalimde olan, bağımsız bir dergi yapmayı başardınız,’ diyerek takdirini dile getirdi.
Oğuz Aral bizlere bakmayı, görmeyi, göstermeyi ve bir mesele sahibi olmayı öğretti. Onun gibi bir ustayla karşılaşmak, bizim gibi çizerler için büyük bir şanstı ve onun hikayesi de Türk mizah kültürü için büyük bir zenginlik.”
Mehmet Çağçağ , Karikatürist, Limon Ve Leman Dergilerinin Kurucularından
Bugün ona veda ederken, onun bizlere bıraktığı mirasın ne denli kıymetli ve kalıcı olduğunu bir kez daha anlıyoruz.Oğuz Aral, sadece bir çizer, sadece bir mizah ustası değildi; aynı zamanda bir göz, bir yürek, bir düşünce biçimiydi. Mizahın gücünü, toplumun meselelerine nasıl Saf ve cesur bir şekilde dokunabileceğini onun hikâyeleri ve eserleriyle öğrendik. Eğitimimizde, sanatımızda, kültürümüzde onun izleri her zaman canlı kalacak, yeni nesillere ilham olmaya devam edecektir.
O’nu anarken, onun “Bakmayı bilmek” ve “görmeyi öğrenmek” adına attığı adımların, bizlere örnek olmayı sürdüreceğine inanıyoruz. Oğuz Aral, sadece bir ustaydı, aynı zamanda bir dost, bir öğretmen ve kültürümüzün eşsiz bir parçasıydı. Hikâyesini yaşatmak, onun mirasına sahip çıkmak ve onun başardıklarını geleceğe taşımak bizim en büyük görevimizdir. Ruhun şad olsun, güzel insan; emanet ettiğin bu değerli miras, her zaman ışığımız olarak yolumuzu aydınlatmaya devam edecek.