Bir Pazar günü, arkadaşımın pazar yerini gören evinin balkonunda sohbet ediyorduk. Güneş batmaya yüz tutmuştu. Alacakaranlığın bastığı anlarda gözüm pazar yerine takıldı. Pazarcılar alelacele tezgâhlarını topluyor, ellerinde kalan sebze ve meyveleri de bir köşeye döküyorlardı.
Bu sırada gördüğüm bir manzara içime işledi. Takım elbiseli bir adam ve on yaşlarında bir çocuk, çöpe atılmış sebzeleri poşetlerine dolduruyorlardı. Muhtemelen adam işten yeni çıkmış, eve uğrayarak oğlunu da yanına alıp pazarın yolunu tutmuştu. Bu görüntü yüreğime oturdu. Akşam yemeğinde lokmalar boğazımda düğümlendi, gece ise uykumda karabasanlara dönüştü.
Ne yazık ki bu sahnelere, şehirlerin farklı köşelerinde, sokak aralarında, otobüs duraklarında ya da çöp konteynerlerinin etrafında rastlamak mümkün.
İşten dönerken bir fırının önünde sıra sıra yaşlı kadın, erkek ve ne yazık ki çocuklar gördüm. Metrelerce uzanan, iki yana taşan bir kuyruk… Merakla yanımdakine sordum:
— “Bu kuyruk da neyin nesi?”
— “Askıda ekmek kuyruğu,” dedi kısık sesle. “Ekmek alamayacak durumda olan insanlar için, hayırseverlerin bıraktığı parayla ayrılan ekmekler. Ücretsiz dağıtılıyor…”
Gözlerim doldu. Arkadaşım hâlimi fark etti:
— “Gözlerin dolmasın, bu sıradakiler yine şanslı,” dedi. “Geçenlerde, sabahın erken saatinde yol kenarındaki bayat ekmekleri toplayan hamile bir kadın gördüm. Elinde plastik bir torbayla, kimseye aldırmadan eğilip ekmekleri topluyordu. Yaklaştım ve uyardım:
— Böyle eğilmek bebeğine zarar verebilir.
Kadının cevabı içime işledi:
— Başka çarem yok. Kocam ayyaş, iki çocuğum daha var, ev kira. Devletin yardımı kiraya ancak yetiyor ama çocuklar aç.”
O gün elbette yardım ettim… Ama ya ertesi günler?
Yaşları 8 ile 12 arasında olan iki çocuk, ellerinde mendillerle cam siliyordu. Oysa o saatlerde okulda olmaları gerekiyordu. Kalem tutması gereken eller, cam temizliyordu.
Yanlarından geçenler gözlerini kaçırıyor, kimse “Neden burada bu çocuklar var?” demiyordu. Çünkü gerçeklerle yüzleşmek, çoğu zaman bakmamayı seçmekten daha zordur.
Bu çocukların yaşadığı yoksulluk; yalnızca maddi bir eksiklik değil, aynı zamanda toplumun vicdanında açılan derin bir yaradır. Bu koşullarda büyüyen çocuklar, hem fiziksel hem ruhsal gelişimlerinde ciddi sorunlarla karşı karşıya kalır. Yetersiz beslenme, eğitime erişememe, sosyal dışlanma ve özgüven eksikliği gibi durumlar onları kırılgan, hayata karşı savunmasız bireyler haline getirir.
Artık yalnızca izlemekle yetinemeyiz; çözümün bir parçası olmalıyız. Devletin yanı sıra sivil toplum kuruluşları ve bireyler olarak el ele vermek, birlikte sorumluluk almak zorundayız. Çünkü bir çocuğun açlığı, sadece onun ailesinin değil; hepimizin, tüm toplumun ortak sorumluluğudur. Her çocuk, geleceğin taşıyıcısıdır. Ve her umut, bir sahip çıkışı hak eder.