Antakya’m, sil gözyaşlarını…
Kaç saat oldu, bir enkaza sığdırdım bütün hayatımı. Nedir bunca kızıl kıyamet? Ne kadar zaman geçti bilmiyorum? Yeryüzünün dehlizlerinde miyim, neredeyim ben? Evet, evet bu bir düş olmalı…
- Hadi çocuklar, uyanın. Kalkın, sabah oldu. Hadi herkes işinin başına… Okula gidilecek, hazırlanın. Sevgili babamız, daha hazır olmadın mı sen?
- Az kaldı, geliyorum.
- Herkes gelsin, kahvaltıda hazır. Bakın, sürük, zahter, tuzlu yoğurt, cevizli biber ezmesi, yeşil zeytin de var.
- Aaa, siyah attun (zeytin) bitmiş mi ne?
- Yok, yok, hepsi tamam. Unuttun mu, daha geçtiğimiz gün anam köyden gelirken getirdi. Zeytinyağı, biber dövmesi cevizli, süt, tuzlu yoğurt, kuru incir, ceviz, yeşil zeytin, siyah zeytin ve defne sabunu. Kadıncağız köyde ne varsa göndermişti. Ne çabuk unuttun be adam.
- Yok, yok, tamam. Unutmadım. Şaka yaptım, şaka… Ellerine sağlık.
- Anne, not defterimi bulamıyorum!
- Çekmeceye baktın mı?
- Ay çocuklar, geç kalıyoruz. Hadi, kahvaltıya…
- Evet, hep birlikte, bir aradayız yine, çok şükür.
- Oh, şükürler olsun bugünümüze.
- Evet, hep böyle mutlu olalım.
- Bakın, bugün yağmur yağmaz diyorlardı. Havada yağmur da var.
- Çocuklar, babanız haklı. Şemsiyeleriniz hazır kapı ardında, unutmayın.
- Haklısın hanım. Eskiden kar, yağmur ne çok güzel yağdı mübarek.
- Umudumuzu kaybetmeyelim. Benim bahardan, Nisan yağmurlarından umudum var daha…
- Doğru. Buralar bereketli, kadim topraklar. Her karanlığın ardından yeniden yeşillenecektir doğa.
- Anne, çıkıyorum ben…
- Güle güle git yavrum.
Hay Allah’ım, gerçekten bir enkazın altında mıyım? Gördüklerim kötü bir düş mü yoksa?! Neden her yer karanlık? Çocuklarım, çocuklarım… Neredesiniz? Ah, kimse ses vermiyor!
Ayyy… ayağım, ayağım acıyor. Şuraya sıkışmış olmalı! Çocuklarımı, bulacaklar mı? Seslensem, duyan olur mu beni? Yok, yok düş görüyorum ben. Enkazın altında falan değilim. Kahvaltı masası ve sevdiklerim…
Ya kendini kandırma kızım. Sabırlı ol. Çok geçmeden güneş saçlı çocuklarına sarılacaksın yeniden. Bak, birazdan birileri gelecek sesini duyacaktır. İstersen biraz uyu ve sakin ol…
Ah, işte, Çimen kızımın not defteriyle kalemi…
- Kızım Çimen, bak buldum not defterini. Çimen, kızım… Çimennnnnn!!!!!!!
- Anne, buradayım. Sana diyeceklerim var.
- Tamam kızım, söyle ne istersen onu yaparım senin için.
- Annem, yaz… şu an, şu saniyelerde yaşadıklarımızı yaz… yaz bunları anne, yaz!!!
- Tamam, kızım. Senin için yazarım tabii. Çünkü okumakla yazmak bir terapidir, bilirim.
- İçimden geldiğince güzel düşler yaz, anne.
- Elbet günışığım, yine hep birlikte güzel günler göreceğiz.
Anne, sanki deprem oldu dediler ya depremmmm! Dışarıdan bazı sesler duyuyorum. Deprem, annem depremmmm!
- Kızım, kızım… Çimenim! Ne olur ses ver…
- Anne, ben bu dünyaya fazla mıyım? Neden üstümüzde yığınla ağırlık var?
- Yok, kızım. O nasıl söz öyle. Sen bu dünyaya çiçekler açtıran ilkbaharım, ışığım, narçiçeğim…
- Anne, burası giriş mi? Neden kıpırdamıyor, çekemiyorum ayağımı? Yatakta nasıl üstüme gelmiş, nereye sıkışmışım öyle?!
- Kızım, narçiçeğim, Çimenim. Dayan biraz. Mutlaka gelip çıkaracaklar bizi. Sakın korkma sen.
Yine düş gördüm sanki? Yoksa felçlik mi geçiriyorum? Elim ayağım tutmuyor, kıpırdatamıyor, bir tarafı göremiyorum. Karanlık, çok karanlık! Allah’ım bir tutam gün ışığı…
Aaa, o da neydi böyle? Yine bir sarsıntı! Yeryüzü sarsıldıkça, daha da derinlere çekiliyor sanki bedenim. Çocuklar, çocuklarım. Umut’um, Çimen’im… yan odada uyumuşlardı. Bu sesler onları uyandırır mı?
Neler oluyor? Dışarıda fırtına mı çıktı ne? Yatak niye sallanıp duruyor? Ben niye sağa sola dönemiyorum?
Bu gece eşim de nöbetteydi. O, şimdi hastane koridorlarında koşturuyordur belli… Üşütenler, başı ağrıyanlar, acile koşturuyordur yine. Çok hasta olmadan gitmemek gerek ya, kimi de hastalık hastası, oluyor sanki.
Ah, çok yorgunum. Uykum da geldi yine. Biraz daha uyusam… Ama uyuyor ve uyanıyorum, hiç sabah olmuyor, neden?
- Çocuklar… Çocuklar, akşam oldu geldiniz mi? Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz… Eh artık sömestr tatilinin tadını çıkardınız. Yarın pazartesi, okulun ilk gününü. Hadi acele edin de üstünüzü çıkarın. Bakın, sofra hazır. Size mis gibi yemekler hazırladım. Boraniye, bir de yanına sarma içi yaptım. Oruk da var, yemek isterseniz. Uzun Çarşı’ya da gittim, tazecik künefe aldım. Bilirim çok seversiniz.
Uzun çarşı, Antakya… Deprem.. Yağmur… Oğlum Umut, kızım Çimen.. Eşim hastanede nöbette olmalı… değil mi?
Buzlukta, yazdan ne kadar güzel sebzeler hazırlamıştım. Annemin köyden gönderdikleri, halamın verdikleri… Biraz da balık koymuştum sanki? Bugün yarın pişiririm.
Yok, yok, ne yarında ne bugünde değilim sanki. Bu ne düş ne de gerçek değil. Dışarıdan uğultulu sesle geliyor. Hiçbirini anlayamıyorum.
Çimen’imin, not defteri, kalemimi… Sol tarafımda telefonum vardı, nedense bulamıyorum.
Oğlum Umut, kızım Çimen.. Not defteri, kalem ve telefonum…
Çocuklarım, mışıl mışıl uyudular şimdi. Çok ses etmeyeyim. Buradayım, diye seslensem mi yoksa? Yok, her yer karanlık, çocuklar korkmasınlar. Bağırıp çağırmayayım.
Sahi, düşler bu kadar uzun sürer mi yoksa ben hasta mıyım? Neyse, çok fazla düşünmeyeyim. Nasıl da uykum var yine. Uyursam, yeniden uyanabilir miyim?
Uyku arasında tek hatırladığım, toprağın derinlerinden gelen bir gürültü. Çığlıklar, bağrışmalar… Sonra bir sessizlik…
Nasıl bir düştür bu, uyuyup da uyanmamak gibi. Neredeyim?…..
Haber kontak ekibine Teşekkürler,
Emeğe saygıyla…
Biz teşekkür ederiz. Yüreğinize,kaleminize sağlık.