Dolandırıcılık tarihine adını altın harflerle (!) yazdıran bir isim o: Sülün Osman. Gerçek adı Osman Ziya Sülün. 1923 yılında İstanbul’da doğdu. Hakkında anlatılanlar, duyanı hem hayrete düşürür hem de yüzünde hafif bir tebessüm bırakır. Çünkü onun yöntemleri öyle sıradan değildi; adeta bir tiyatro ustası gibi sahneye koyar, sonra sessizce sahneden çekilirdi. Ama ardında, gerçek mi kurgu mu ayırt edilemeyen hikâyeler bırakırdı.
İlk kurbanı ev sahibi oldu. 1948’de Fatih’te yeni tuttuğu evin sahibini dolandırarak işe başladı. Sonra işin boyutunu iyice büyüttü: Tramvaylar, Galata Kulesi, şehir hatları vapurları, meydan saatleri, köprüler… Ne varsa kamuya ait, hepsini “sahiplenip” satmayı görev bildi kendine.
En meşhur vakası, Galata Köprüsü. Köprüden geçen vatandaşlara, yanındaki adamlarıyla birlikte geçiş parası ödetir, bunu gören diğerleri de “Demek ki özel mülk” diye düşünüp sıraya girerdi. Köprüyü satın almak isteyenler bile çıktı. Sonunda, tam bu oyunu sahneye koyarken yakalandı.
Ama sadece köprü mü? Hayır.
Dolmabahçe Sarayı’nın önünde saat ayarı parası aldığı vakalar bile var. Arkadaşları saatlerini kurar, o da onlardan para alır. Durumu merak edenler yaklaştığında da “Devletin saat ayarlama birimi” havası yaratır. İnanmayan? Çıkmazdı pek.
Taksim Meydanı’na paspas serip “Burası benim” diyerek para topladığı, sonra “Sen buradan ne kazanıyorsun?” diyenlere meydanı komple sattığı anlatılır. Yani dolandırıcılıkta çıtayı sürekli yükseltmiştir.
En ilginç repliği mi?
Bir mahkemede hâkimin karşısında şöyle der:
“Memlekette Galata Kulesi’ni satın alacak eşekler olduğu sürece ben bu kuleyi satarım!”
Yani onun gözünde kurbanlar da az masum değildir; hep bir “kolay yoldan kazanma” heveslisi.
İş o kadar ileri gider ki bir gün Tarzan Çetin’in ormandaki kulübesini satmaya kalkışır. Ama Tarzan Çetin, Sülün Osman’a öyle bir sopa çeker ki, kendisi bile “Hayatımda böyle dayak yemedim” der.
Yöntemleri tükenince bu kez medyumluğa soyunur. “Evlenemeyen kadınlara çözüm” iddiasıyla sahneye çıkar. Hatta barlarda eğlendiği kadınları bile dolandırdığı bilinir.
1984 yılında, Beyoğlu’nda kaldığı otelde kimliksiz bir şekilde hayatını kaybeder. Kalp krizinden öldüğü düşünülür. Tanınmadığı için kimsesizler mezarlığına gömülür.
Ama hayatı film gibidir.
Zaten birçok film ve hikâyeye de ilham olmuştur. Kemal Sunal’ın “Sahte Kabadayı” ya da “Banker Bilo” gibi filmlerinde onun esintileri hissedilir.
Hapishanede “Alın Teri ile Yaşamak” konulu konferans vermesi ise trajikomik bir detay.
Yani bir yandan insanları kandırırken, diğer yandan alın terinden söz eder…
Ve bir de Aziz Nesin’e açtığı dava var. Bir kitabında adı geçince, kendisini küçük düşürdüğü gerekçesiyle dava açar. Evet, Galata Kulesi’ni satan adam manevi zarar davası da açar.
Sülün Osman, aslında Türkiye’nin “şehir efsanesi” olmuş bir karakteri.
Ama efsane olması, onun zararsız olduğu anlamına gelmez.
Onun hikâyesi, kolay yoldan zengin olma hayaline kapılanların gözünü açacak kadar gerçek, ama bir o kadar da absürt ve mizahi.
Ve sonunda şu soruyu sordurur insana:
“Sülün Osman mı daha suçlu, yoksa onun oyunlarına kananlar mı?”
Belki de en ilginç ve kendimize sormamı gereken asıl soru, ‘Sülün Osman’ları acaba, toplum olarak biz mi üretiyoruz?