Sıcacık çay bardağının hayaliyle yürüyorum ıslak Arnavut kaldırımında.
Kızıl ışıkların yansıması, üşümüş ellerimin uyuşukluğunu biraz olsun unutturuyor; yanımdan arada bir geçen arabaların çıkardığı sesler, köpek havlamalarına karışıyor.
Lambalarda bekliyorum, kırmızının kaybolup yeşilin yanmasıyla, yerdeki beyaz çizgilerin üzerinden süzülüyorum karşı kaldırıma. Otobüs durağında pazarın döküntülerini poşete gelişi güzel doldurmuş teyze, birbiriyle itişip gülüşen ergenlerin önünden hayalet gibi geçiyorum; varım ama yokmuşum gibi.
Sanat sokağına giriyorum. Ortada palmiye ağaçlarının gökyüzüyle buluşması, içimde bir yerlerin hiçliğini kıskandırıyor. Sol tarafımda kafe’yi görüyorum; dışarıdaki masalarda titreme pahasına sigara içenler, buz gibi plastik sandalyelerde oturuyor. Masaların bordo örtülerine dökülen külleri, üfleyerek dağıtıyorlar soğuktan dizleri titreyerek.
Kafe’nin sürgülü kapısını açıyorum; yüzüme çarpan sıcaklık huzur verip sarmalıyor bedenimi, az sonra kaçacağını bilsem de!
Telefonda ‘Sana çok ihtiyacım var, buluşmalıyız’ diyen Aylin’in bitmeyen dertleri, sorunlarına çözüm yerine, çözümlerine sorun yaratarak avunan, avunduğunu sanarken beni bunaltan arkadaşımdan, kanepemin hayalini kurup, mazeretlere sığınarak ayrılıyorum.
Asansör beşinci katta duruyor; açılan kapıdan süzülüyorum. Merdiven boşluğundan alt kattaki genç çifti görüyorum; çocuk yaygaraları arasında aşağı, benim çıktığım asansörü çağırıyorlar.
Evimin kapısını açtığımda, mabedimin karanlık koridoru karşılıyor beni. Günün yorgunluğunu hatırlatan her şeyden kurtulup polar pijama, kadife terliğim, elimde kahvem ve kakaolu kekimle, kanepemde diz battaniyemin şefkatine bırakıyorum kendimi.
Gök gürüldüyor; çocukluğuma gidiyorum, kıyamet kulaklarımdan geçip zihnimi ele geçiriyor. Zebanilerin korkusundan başımı yorganın altına gömdüğüm, nefes almayı unutarak uyuyup kaldığım soğuk akşamlar.
Artık büyümüş yüreğimle, kahve fincanımdan yüzüme yayılan buğuyla camı açıyorum; korkunç gök gürültüsünü ve yağmurun şakırtısını daha iyi duyabilmek için, pencereden cesurca başımı uzatıyorum, ayaza meydan okurcasına.
Yerdeki hamurlaşmış kavak yapraklarının yağmurla buluşmasına gıpta ederek bakıyorum, Ruhumun Kış Akşamları’nda.