Eski halk masalların konusu genellikle cin, peri, dev ve şeytan gibi korkunç varlıklardı. Bu masalların bir çoğu yazılı metinlerde bulunmadığı için, her yörede farklı bir anlatım şeklini duyabilirdiniz. Tamamen hayal ürünü olan bu tür masallar, dinleyenleri de hayal alemine sürüklerdi. Dinleyiciler o korkunç varlıkları görüyormuş gibi yoğun adrenalin yaşarlardı. Bu masallar gece anlatıldığında daha etkili olur, dinleyenlerden bazıları korkudan uyuyamazdı. Çocuklar kabus görür, feryat figan uyanırlardı. Sonra masalı anlatan evin yaşlısı, çocuğa bir bardak su vererek onu teskin ederdi.
Gece tenha yerlerden geçerken yaşanan ürpertiler de bu masalların marifetiydi. Arkasından bir hayaletin yaklaştığını zannetmenin yaşattığı adrenalin seviyesini, tarif etmek için kelimeler aciz kalır. Fakat bir süre sonra insanlar, bu korkulara alışırlar. Artık masallar sıradan hale gelir. Sevdiği insanları toprağa verince, mezarlıklar ürkütücü olmaktan çıkar. İnsanoğlu korktuğu ne varsa onunla yüzleşince, çoğu kez boşuna korktuğunu anlar. Fakat bu korkuları yaşarken, farkına varmadan adrenalin bağımlısı haline gelirler. Adrenalin yaşamak için para harcarlar, korku filmi seyrederler.
Artık insanlar cinden, devden şeytandan eskisi gibi korkmuyorlar. Şimdilerde korkulması gereken hortlaklar ve zombiler var.
Anadolu’da bir tabir vardır ya hortlak diye, ölmüş ve insanları korkutmak için şeytani görünüşüyle dirilmiş kimse. Zombi de ölen korkunç insanların, yaşayan bir insanın bedeninde vücut bulması haliymiş. Ölmüş tehlikeli bir katil veya bir hırsızın, yaşayan bir insanın etine kemiğine bürünmüş hali. Farkında değiliz ama sayıları sürekli artan zombilerin arasından her gün geçip gidiyoruz. Kont Drakula yaşadığı zamanın tek vampiriydi.
Oysa şimdi vampirlerin sayısı milyonlarla ifade edilebilir. Kan içmeye doymayan vampirleri çoktan unuttuk gitti. Şimdi koca koca devletler, kandan besleniyor.
Sokaklar her türlü hırsız ve uğursuzla dolup taşıyor. Yaşadığımız şehirlerin güvenli olmadığının farkındayız. Cin peri, dev şeytan masalları çoktan tarih oldu. İnsanlar artık hırsızdan, uğursuzdan korkuyor. Bu zombilerden korunmak için sürekli güvenlik önlemlerini artırıyoruz. Çelik kapı, güvenlik kamerası gibi önlemlere harcanan para her geçen yıl katlanıyor. Güvenlik ve yargı personelinin sayısı devamlı artış gösteriyor. Fakat ruhları çoktan ölmüş, insanlıktan bihaber zombilerin artışına engel olunamıyor.
Şair, Hüseyin Avni Dede bu yüzden münzevi bir hayat yaşıyordu. İnsanlardan uzak duruyor tek başına yaşıyordu. Şairin konuyla ilgili şiirinden alıntı yaparak, yazımı bitiriyorum.
”Ben bu şehirde doğacak, ben bu şehirde yaşayacak,
Ben bu şehirde sürünecek adam değildim. Biliyordum bu şehir bana dardı
Biliyordum bu şehirde bir yığın, insan şeklinde hayvan vardı… ”
Sağlık ve huzurla kalın.
Not: İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Park Bahçeler ve Yeşil Alanlar Dairesi Başkanlığı, Tabiat Varlıklarını Koruma Şefliği ‘Anıt Ağaç’ projesi kapsamında Hüseyin Avni Dede’nin 58 yıldır Beyazıt’ta bulunan Sahaflar Çarşısı’nın girişindeki çınarın altında satış yaptığı ağacı da Anıt Ağaç olarak belirledi. 58 yıldır çınarın altında kendi şiir kitaplarını ve çeşitli antikaları satan Hüseyin Avni Dede‘nin ismi, altında satış yaptığı çınara verildi.
Harika bir yazı yüreğinize,ellerinize sağlık. Kafadan kontak 46 buçuk’ta söyleşi yapmıştık Hüseyin
Avni Dede ile.