Celile Hanım ve Yahya Kemal’in aşkları tarihe geçmiş fakat mürekkebi kaliteli olmadığından sayfalardan sızmış ve arkada iyi bir yazı bırakmamıştır.
Hikaye şöyle başlar:
Nazım’ın şiir yeteneğini fark eden annesi, onun okuldaki hocası olan Yahya Kemal’den özel ders vermesini ister ve Yahya Kemal öğrencisine özel ders vermek için Celile Hanım’ın evine gidip gelmeye başlar. Kısa bir süre sonra evin hanımıyla aralarında aşk doğar. Nazım bu durumu fark ettiğinde hocasına soğuk davranmaya başlar ve hocasının paltosunun cebine beyaz kağıda yazılmış şu notu iliştirir: “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz.”” Muhtemeldir ki ünlü şair bu nottan sonra ders vermek için artık o eve gitmemiş, ilişkilerini gizli sürdürmüşlerdir… Hikayeyi biliyordum hatta daha da fazlasını bir arkadaşımdan öğrenmiştim. (O zamanlar internet olmadığı için bu bilgileri okuyarak ya da sohbet esnasında öğreniyorduk.)
Ne sebeple olduğu bilinmez Yahya Kemal sevgilisinin bir partiye katılacağı şüphesiyle kıskançlık krizine girer ve bir tekne tutarak (akşamın geç saatleri olmalı) adadan Celile Hanım’ın Nişantaşı’ndaki evine gitmek üzere denize açılır. Oysa hava çok rüzgarlı ve yağışlıdır. Yolculuk tehlikeli de olsa sağ salim kıyıya varırlar. Şair sevgilisinin apartmanına geldiğinde kapıcıyı uyandırarak Celile Hanım’ın evde olup olmadığını sorar, “Evde” der kapıcı. “Olsun sen git tekrar bak”diyerek kapıcıyı geriye gönderir. Kapıcı tekrar bakar, evde olduğunu söyler ve şair evin karşısındaki meyhanede sabahlar…
Öykünün buraya kadar olan kısmı, doğası gereği ateşli aşk nöbetleri ile geçer. Ancak asıl hazin olan bundan sonraki kısımdır. Celile Hanım sevgilisinden evlenme teklifi beklerken Yahya Kemal, Yakup Kadri’ye “Bu kadar dile gelmiş bir kadınla ben nasıl evlenirim” diyerek ona teklif yerine veda mektubu göndermiştir. Celile Hanım için ilk yıkım bu olacaktır. Aslında aşk varsa evlenmenin hiçbir önemi yoktur, ama Yahya Kemal’in evlenme zihniyeti aşkla ne kadar bağlantılı sorgulamak gereklidir…
Celile için hayal kırıklıkları peş peşe gelmeye devam eder. Yillar sonra Nazım hapse düşer, Celile Hanım oğlunun özgürlüğü için mücadele vermektedir ve başta Jean Paul Sartre, Picasso,Aragon, Simone de Beauvoir, Yves Montand olmak üzere dünya yazarları Nazım’ın özgürlüğü için seferber olmuşlardır. Anne evladı için gururunu bile hiçe sayar, o dönem milletvekili olan Yahya Kemal’e mektup yazarak gündemde olan af tasarısından oğlunun da yararlanması için ondan yardım ister. Mektubu cevapsız kalır…
Celile Hanım için yıkım bitmemiştir daha. Yıllar sonra tekrar tutuklanan oğlunun özgürlüğü için Galata Köprüsünde açlık grevine başlar ve oğlu için imza topladığı bir gün her ne kadar gözleri iyi görmese de eski sevgilisinin kendisinin yanından geçerken onu görmezden geldiğini fark eder (bence mutlaka fark etmiştir, kadın sezgileriyle söylüyorum bunu) ve arkasından öylece bakakalır…
Neler düşündüğünü kimse bilmez ama bu durum öyküyü bilenlerin canını çok acıttığı gibi onun da canını fazlasıyla acıtmış, hatta “Ben kimi sevmişim?” diye de iç geçirmiştir muhtemelen.
Yahya Kemal’in büyük şair oldugu su gotürmez bir gerçek. Hatta o en bilinen şiirlerinden “Artık demir almak günün gelmişse zamandan / Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan…” şiirini de Celile Hanım için yazdığını biliyoruz. Ancak böyle bir şiiri yazan adam nasıl olur da sevdiği için parmağını bile oynatmaz anlayamam. Nazım’ın düşüncelerini kabul etmeyebilir, en azından geçmişte yaşadığı hatıraların hatırına bir zamanlar delicesine sevdiği kadının gönlünü nasıl bu kadar incitebilir anlayamam.. Korkak insanları sevmem, korkak aşıkları hiç sevmem. Aşık insan hesap yapmaz, sadece gereğini yapar. Aksi takdirde onun aşkından şüphe duyulur.. Yahya Kemal büyük bir şair olmasına rağmen bu davranışıyla biz okuyucuları kendinden de şiirlerinden de soğutmuştur. Özellikle artık yaşlanmış, gözleri görmeyen yaşlı bir kadını görmemezlikten gelmesi bizim gönlümüzü de derinden yaralamıştır. Daha ziyade Celile Hanım’ın onu tanıyamadan sevmesine de bozulduk tabii ama Nazım Hikmet muhtemelen ta o zamandan Yahya Kemal’in kişiliği hakkında önsezi sahibi olmalı ki kesin bir dille onun eve gelmesini yasaklamıştır…
Büyük şair olmadan önce büyük insan olmak gerekir. Bu konuda yazılan bütün eleştirilerde Yahya Kemal’e toz kondurulmak istenmemiş; “Kafası karıştı, onuruna düşkündü.” gibi geçiştirici laflar edilse de aslında açık ve net söylüyorum ki “o sevdayı taşıyacak yüreği yoktu, zora gelemezdi, duruşu kalemi kadar güçlü değildi…” Evet, büyük şair olmadan önce büyük insan olmak gerekir; Nazım Hikmet gibi, Nazım’ı Nazım yapan sadece şiirleri değildir, şiirlerinin adamı olmasıdır. Yahya Kemal şiirinin adamı olamamıştır; bu yüzden Nazım Hikmet evrensel bir şairdir ve yüzyıllar boyunca da yaşayacaktır…
Nurbanu KABLAN