Ardında iz bırakanların yaşantısına baktığımız zaman başka hayatlara bir adanmışlığın söz konusu olduğunu görüyoruz; üstelik bu adanmışlıktan şikayet değil bir aşkın izlerini takip ediyoruz. Yani kendilerini seve seve feda ediyorlardı. İşin ilginç yönü yalnızca bu insanlar ölümünden sonra da yaşıyorlar…
İşte Türkiye Cumhuriyetinin o kadın kahramanlarından biri: Türkan SAYLAN. O insanlara ve mesleğine aşık biriydi. Bu, öylesine büyük bir aşktı ki sevdiği erkeğe duyduğu aşkı bile geride bırakıyordu.
Ayşe Kulin’in “Türkan” adlı biyografi kitabını okuduğumda ilk kapıldığım duygu şu şekildeydi: Bu kahramanların hayatlarının hiç de kolay geçmedi, acı yüklü bir yelkenlinin içinde denizin hırçın dalgaları arasında rüzgara karşı yelken açtılar ve ne olursa olsun yollarına devam ettiler. Hele hele kendini insanlığa adayan bir kadın ise mücadele çok daha zorlayıcı oluyordu. Türkan Hanım bir yanda kadın olmanın güçlüklerini yaşarken bir yandan da güçlükleri aşıp bir kaplan gibi yoluna devam ediyordu.
Devam ettiği yol insanı kucaklama yoluydu. Giydiği “hümanizm” önlüğü onu çağının en şık kadını yapıyordu. Bu beyaz önlük yolunu karanlıklarla saranlara karşı aydınlık rengini yayarak ve ışıtarak kendine bir güzergah açıyordu…
Bu iyi kalpli kadın yaptığı güzel işlerden dolayı tanınıyordu ancak tüm toplum onu mütevazi bir apartmanın önünde; pembe, kırmızı begonya çiçeklerinin bulunduğu küçük penceresinden boynuna taktığı kırmızı fularıyla kapısının önünde biriken televizyon kameralarında insanlara selam verirken tanıdı. Hastaydı, kansere yakalanmıştı ve kazınan saçlarını bir bandanayla örtmüştü fakat zayıflamış, hatları incelmiş yüzünde o gözleri yine dişi bir kaplanın gözleri gibiydi. Kahrolasıca Fetöcülerin karanlık emelleri gözlerindeki ışığı söndürememişti, ölürken bile dimdik ayaktaydı…
13 Nisan 2009 polisler niçin evini basmıştı, kanser ile mücadele eden yaşlı bir kadına hangi zalim bu zulmü yaptırmıştı? Cevabını Türkan Saylan’ın kız çocuklarını okutmak için kurduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin bugünkü başkanı Prof. Dr. Ayşe Yüksel şöyle anlatıyor:
“Sonraki yıllarda, FETÖ terör örgütü olarak öğrendiğimiz bu yapılanma, Atatürk Cumhuriyeti’ni yok etmek için çalışıyordu, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği de (ÇYDD) Atatürk devrim ve ilkelerini yaşatmak, yeni nesillere aktarmak için gönüllü emek veren bir dernekti, onlara göre yok edilmesi gerekiyordu.”
O kara gün (13 Nisan 2009) tüm toplumun tanıdığı bu güzel kadın, Türk bir babanın ve İsviçreli annenin çocuğu olarak 1935 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Arkasından gelecek olan dört kardeşin en büyüğü olarak hep sorumluluk duygusu içinde büyüyen Türkan eğitimini Kandilli İlkokulu ve Kandilli kız Lisesinde tamamladıktan sonra hayatının yönünü değiştirecek olan hayalindeki üniversiteye, İstanbul Tıp Fakültesine girdi. Üniversiteye devam ederken kimsenin dokunamadığı ve yanına yaklaşamadığı cüzzam hastalarının durumu, içinde yaşadıkları koşullar onu derinden sarstı.
Daha o sıraların tozunu yutarken bu hastalığı iyileştirmek için farklı bakış açıları geliştirdi. Kendini cüzzam hastalığını yenmeye adayan Türkan dediğini yaptı ve cüzzamı Türkiye’den kovdu. Kimsenin yapmaya cesaret edemediği dokunma eylemini hastalara dokunarak gerçekleştirdi. Doğuda, güneydoğuda hastalık taramaları yaptı. Hastaları bulup hapsedildikleri yerlerden çıkardı ve onları tedavi etti. Sadece hastalarla değil bizzat aileleriyle de ilgilenip onlara iş olanakları sağladı…
Türkan Saylan sadece tıp alanında çığır açmadı eğitim alanında da büyük çığır açarak ÇYDD derneğini kurup kız çocuklarının okumasını sağladı, o kurum arkadaşları ve iyi insanların desteğiyle hala ayakta duruyor ve sayısız kardelen çiçekleri açmaya devam ediyor…
Bu ülke sana çok şey borçlu Türkan Hanım. Onurumuzsun, ülkede omurgasızlar olduğu gibi seni gururla taşıyacak omuzlar da var. Senin yaydığın ışık yolumuzu aydınlatmaya devam edecek..
Rahat uyu….
Nurbanu Kablan