Ayşen uyandığında öğlen olmuştu. İyi uyudum diye düşündü. Berbat bir his vardı içinde. Bir
gece öncesini hatırladı. Suratı düştü, gözleri yaşardı. Eli telefona gitti. Arayan yoktu.
Kalkıp duş aldı ve kahve hazırladı kendine. Annesini aramalıydı.
“hala kötü müsün?” dedi annesi.
“İyileşmem zaman alacak!”
“Kaç kere söyledim sana. O adamın seni yaralayacağı belliydi. Görmek istemedin.”
Ve “üzülme artık tatlım” diyerek telefonu kapattı.
Annesi Meriç den bahsediyordu. Uzun süredir birliktelerdi ve annesinin haberi olmamakla
birlikte aynı evi paylaşıyorlardı. Ayrılmışlardı. Sebebi neyse ne idi. Bitmişti. Eli ayağı eksilmişti
Ayşen’in.
Kitaplarla oyalandı bir süre. Bir süre film önerilerine okuyup bir film seçti kendine izlemek
için. Temizlik yaptı. Koşuya çıktı. Ancak içindeki acı çok tazeydi ve zorlanıyordu. Markete gidip
en sevdiği şaraptan aldı.. Hem de iki tane. Daha çok içtikçe daha az canı yanacaktı.
Ertesi gün ise Kuki’yi sahiplendi. Kuki yeni hayatının başlangıcı oldu. Yan apartmandaki Lord’
un sahibiyle selamlaşarak başladı arkadaşlıkları…
Balkona her sabah konuştuğu ve suladığı yeni renkli çiçekler aldı kendine.. Alış verişe çıktı.
Kuaföre gitti. En yakın arkadaşlarıyla gezdi tozdu, seyahatlere çıktı. Hep meşgul etti kendini..
Yalnızlığını unutmak içindi çabası.
İçindeki acı azaldı fakat dinmedi. Çünkü yalnızlığın paylaşılması mümkün değildi.
“Yalnızlık paylaşılsa yalnızlık olmaz.” Diyor şair. . Gerçekten öyle mi?