Her aşk, – biraz da – acıya sevinçle koşma halidir…
Van Gogh‘u anlamayı umursamamış dünya, kimi umursar? Kendi acılarından kaçmak isteyen kim olursa olsun, hep daha büyük bir acıyı veya aşkı, diyelim, sevgili gibi kucaklamalıdır. “Kulağını kesti,” der, geçeriz. Hep böyledir; tarih üzerinden epey zaman geçtikten sonra anlaşılır ama kolay kolay söylenmez, anlatılmaz. Bu da aslında derin ve büyük acıların çok defa dilsiz olduğunu söyleyen filozofların, edebiyatçıların haklı olduğunu anlatmaktadır.
Galiba, filozoflar, edebiyatçılar veya bir cümle sanatçılar, şimdiki gibi kapitalizmin nesnesi olamadıkları için daha kolay, daha rahat dehalarının intikamını, kendi canlarından alabilme fırsatına sahiplerdi. Bir anlamda da ruhsal olarak, bu durum bir tür cinsel fetişizme benzetilebilir. Unutmayalım ki tüm benzersizliklere benzetile – benzetile kıyaslama yoluyla varırız. Ölüm, her zaman için yeni doğumun öncesini düşündürdüğü için belki de özellikle bizim gibi ülkelerde, çoklukla kurtuluş görünür.
İntihar, tanımlı tanımsız, dinli, dinsiz Tanrı’ya isyanın bir başka adıdır.
Bazı isyanların cezası kendi içinde saklıdır. Elbette bu ve benzeri benzetmelerde bulunmak için sokak diliyle söyler, açıklarsak benim gibi hayatın sizi epey benzetmesi lazım.
Yazının amacını yok etmeyeceğinden emin olsam benzetmelerin acımasızlığı için, hiçbir diktatörle yarışılmayacağını da uzun uzun anlatırdım.
Hayata karşı cesur ve pervasız olmanın, hayatla baş etmek için biricik yol olduğu zamanımızda o kadar çıplak ve hatta “kör kör gözümüze” girmektedir.
Açıklanamayacak, söylenmeyecek konu ve olayları anlatmayı bırakın; tahminde bulunmak bile her zaman lanetli bir iş olduğu için çoğunlukla ondan uzak durup kaçarız. Yakınlaşmak, hele hele bu işe girişmek genellikle cezasız kalmaz. Katlana, katlana kaça katlanacağınızı şaşıracağınız ana kadar sabreder hayat. Bakmayın siz iki de bir direnmeyi göklere çıkarmamıza; yoksa yaşayamazdık da ondan. Bu sıralar nedendir bilinmez, intihar üzerine düştüm, hem de öyle bir düşmek ki sonu nereye çıkar, bende bilmiyorum. Genellikle bedenini birden bire yok edip hayattan ayrılmaya intihar diyoruz. Bir de zaman zaman kendi aleyhimize olan iş ve çabalara girildiğinde bir kişi veya gruba “intihar etti” denildiğini biliyoruz.
En büyük ölüm var, bir de benim yaşadığım.
Bunu elbette ki bir iki sözle açıklamak olanaklı değil. Şuna çok inanırım; herhangi basit bir konuyu anlamak için bile kişi konuya kendini koymalı, yoksa öğrenebilir belki ama asla anlayamaz!
Mart 2021’de şunu yazmışım: Kendisinde siyasallık veya “inanç”tan söz eden kişi, önce ölümü göze almalı ve düşünmelidir. Kendi adıma kaç defa doğup kaç defa öldüğümüz kesin olmadığı için, doğanın Tanrı’lığına güvendiğimden, doğduğumuz andan itibaren ölmeye başladığımızın bilincinde birisi olarak, ölümün yalnızca bir gömülme işlemi olduğunun rahatlığı içindeyim.
Asıl olarak bu tavsiyeyi ülkemizi babasının malı gibi kullananlara çok ciddi olarak öneriyorum:
Gençlere, ölümü yüceltip övmekten vazgeçin! Söz ettiklerinize inanıyorsanız, ölümünüze inanın. Çünkü ülkemizde en yüce değer ölümdür. İntihar edenlerden, yüreklice sizleri eleştirenlerden, onları cezalandırmak yerine onlardan ders alın!
Bu yazıyı herhalde bunun için yazıyorum; biteviye gençler ölümle, hapisle, bin bir acıyla bizim gibi ülkelerde korkutulur. Oysa genç kişi ölümden korkmaz ki! Bilirsiniz, tehlike uzakta bilindikçe üzerinde düşünülmez bile. Gençlikte ölüm, çok uzaklardaki bir ülkedir. Normal halde, ancak ülkemizde nedense en çok gençler öldürülür.
Epey bir zamandır beni ayakta tutan bir çiçek. Hatta ilk ona demiştim, defterlerin, yazdıklarımın ortada kalmasını istemediğimi. Beni tam olarak anlamadığından, bilmediğinden ve yazıya gerçekten değer verdiğinden bu sorumluluğu kabul edemem diyerek aslında bu kadar uzun süre daha yaşamamın yolunu açtı.
Ne kadar teşekkür etsem sevgili Çiçeğim’e yetmez!
Belki de böyle olacağını biliyordu, kim bilir? Rastgele sıradan bir tutku değil; aşk sözü bile hafif ama amaçsız, beklentisiz kendi halinde olduğu kadar, kendi kendine ürettiğim bir aşk bu. Her intiharın temelinde nedenini hem de erteleyenin bir aşkı oluşturduğunu yazdığımda daha çok düşünülecek sanırım. Tabii ki beni düşünmeyeceksin, olguyu düşüneceksin! Düşünmeyi istersen elbette. Çağımız, bakıp geçme çağı aslında ve bu yüzden de herkes biraz daha yorgun, umutsuz, mutsuz. Kendine dönük olmaktan çok çok ötesi bir zamana, yalnızca kendimize, adeta bir tür vahşi bencilliğe mahkûm edilmişiz hepimiz. Herkesin böylesi bir aşka ihtiyacı her zamankinden fazla şimdilerde. Tabii ki yaşatan öldürebilir de. Ancak, ölümü gömülmek olarak anladığım için, gömüldüğüm yeri kendim sevmekle yetinmek istiyorum. (16 Haziran 2020)
Dipnot:
Vincent Willem Van Gogh (30 Mart 1853 – 29 Temmuz 1890), Hollandalı bir ard izlenimci ressamdır ve batı sanat tarihinin en tanınmış figürlerinden biridir. Bir papazın oğlu olan Van Gogh, bir süre vaizlik yaptıktan sonra 1880’de Belçika’nın Borinage bölgesindeki görevinden alındı ve sanat kariyerine yöneldi. 1886 yılına kadar Hollanda’da dolaşarak koyu tonlarda köylülerin zorlu yaşamını yansıtan eserler üretti. 1886’da kardeşi Theo’nun galerisi için Paris’e gitti ve burada Toulouse-Lautrec, Seurat ve Gauguin gibi sanatçılarla tanışarak sanatını geliştirdi. Renk paleti daha açık hale gelirken izlenimci bir stil denemeleri başladı. Van Gogh, yaşamı boyunca 2.100 kadar eser üretti; bunların 860′ı yağlı boya tablolarıdır. Eserleri, cüretkâr renkler ve ifade dolu fırça darbeleriyle modern sanatın temellerini oluşturur.
37 yaşında, yıllarca süren psikolojik sorunları ve yoksulluk sonrası, bazılarına göre intihar, bazılarına göre cinayet sonucu silahla yaralandı ve otuz saat sonra hayatını kaybetti.
Tablolar: Vincent Van Gogh: 1- Rhone Nehri Üzerinde Yıldızlı Gece 2- Arabalı Asma Köprü tablosu.