”Gülün Adı” adlı bu dev romanıyla bir anda dünyanın dört bir yanında ünlenen İtalyan yazarı Umberto Eco, aslında çok yönlü bir bilim adamı. İtalya’da, Bologna Üniversitesinde öğretim üyesi, Semiolog, tarihçi; filozof, estetikçi, ortaçağ uzmanı ve James Joyce üzerine derin araştırmalar yapmış biri.
Umberto Eco‘nun bu ilk romanı, 1980’de İtalya’da ilk yayımlanışından bu yana sayısız basım yaptı ve dünyanın pek çok diline çevrildi. Dünyada olağanüstü bir ilgi uyandıran bu romanın yankıları hala sürüyor. Filmi de dünyada büyük yankılar uyandırdı. Bu romanın başarısında, kuşkusuz, yazarın ortaçağ konusunda derin ve dolaysız bilgisinin büyük payı var.
Tam anlamıyla ve her bakımdan ortaçağ dünyasını yansıtmakla birlikte “Gülün Adı” kesinlikle çağdaş bir roman; çağdaş romana yepyeni ve uzun soluk getiren özgün bir roman. Bir anlamda ortaçağda geçen, Hıristiyanlık düşüncesini tartışan tarihsel bir roman, bir anlamda da ustaca kurulmuş polisiye ve sürükleyici bir öykü. Ve en önemlisi olağanüstü bir dil ve benzeri az bulunur bir sanat yapıtı.
Bu ünlü romanı İtalyanca aslından başarıyla Türkçeye çeviren Şadan Karadeniz‘in titiz ve uzun çalışmasını da burada hayranlıkla belirtmemiz gerekiyor. Umberto Eco’nun yayınlarımız arasında çıkan ikinci dev romanı “Foucault Sarkacı” da, “Ortaçağı Düşlemek” adlı deneme kitabı da yine Şadan Karadeniz‘in çevirisi…Orta Çağ denilince ilk akla gelen yazarlardan olan Umberto Eco’nun kült eseri Gülün Adı bir cinayeti konu alıyor. Olaylar gelişirken aynı zamanda o dönemin tarikatlarını, yaşayışlarını, kilisenin etkisini de doyurucu bir şekilde anlatıyor. Gülün Adı kitabını okurken kendinizi o dönemde gibi hissediyorsunuz. Kitap bir elyazması şeklinde bulunmuş ve kahramanlardan biri olan Adso tarafından anlatılıyor.
Gülün Adı kitabının konusu ise şöyle;
Orta Çağ döneminde geçen roman bir manastırda rahibin ölmesiyle başlıyor. Ölüm nedeninin araştırılması için Baskervilleli William çağırılıyor. Başrahibin bu keşişi çağırmasının nedeni ise eskiden hep bu tür gizemleri aklı ve deneyimleri ile çözebilmesiydi.
William manastıra yanında yardımcısı genç Adso ile geldi. Olayı beraber çözeceklerdi. Geldiklerinde onları Başrahip karşıladı ve olayı kısaca anlattı. Manastırın en önemli minyatürcülerinden Adelmo adındaki genç keşiş kulenin dibinde ölü olarak bulunmuştu. Ceset çok yukarıdan düşmüş gibi yuvarlanmış ve bir taş onu durdurmuştu. İlginç olan ise düştüğü noktadaki kulenin pencereleri kapalıydı. Bu durum keşişin dikkatini çekti ve olay yerini inceledi.
Adelmo’nun intihar ettiği düşüncesi kafasına yerleşti. Diğer günler ise manastırı araştırarak geçirdiler. Burası çok büyük bir yerdi ve şüphelenecek çok insan vardı.
İkinci ölüm ise Yunanca çevirmeni Venantiustu. Domuz ağılında büyük bir kazanın içinde bulunmuştu. Ayakları gözüküyordu. Kanlar içindeki vücut kazandan çıkarılıp yüzüne su dökülünce teşhis edilebildi. William olay yerini tekrar inceledi ve cesedin getirilmiş olduğu yolu incelemeye başladı. Kar yağdığından ayakkabılar çıkardığı izler duruyordu. Yerde çok derin ayak izleri vardı. Bu da cesedin biri tarafından taşındığını gösteriyordu.
Ayakkabı izi önemli bir ipucuydu. William rahiplerin çalıştığı yeri görmek istedi. Kütüphane yardımcı Barenger onları karşıladı. Adelmo ve Venantius’un masasını gösterdi. Bu sırada Adso bir kapının olduğunu gördü. İçerisi ilgisini çekmişti. William da bunu fark etti. Burası o dönemin birçok el yazması kitabını barındıran kütüphaneydi.
William kütüphaneyi görmek istediğini söyleyince hem kütüphane yardımcısından hem de kütüphaneciden çok ters bir yanıt aldı. Başrahibin kesin talimatıyla kütüphaneye kimse giremezdi. William Venantiusun masasına geri döndü. Fakat tam bakacakken kütüphane yardımcısı masanın üstüne kitaplar koyarak masayı gizledi.
Akşam olduğunda Adso ve William tekrar buraya gelmek istediler fakat kafalarına birisi büyük bir taş atmıştı. Hemen geri çıktılar. Bu kişi kambur Salvatoredu. Onlara yalvardı ve William da karşılığında kütüphaneye giriş kapısını açmasını istedi. O akşam Adso ve William ilk defa girdiler. Yunanca çevirmeninin masasında bir kağıt buldular. Bu kağıt ateşe tutulunca bir şifreyi gösteriyordu. İkisini gören biri vardı. Bu kişi Barengerdi. Uzun bir koşuşturmanın ardında kaçmayı başardılar. Fakat William’ın mercekleri çalınmıştı.
Üçüncü ölüm ise kütüphane yardımcısı Barengerdi. Ihlamurlarla dolu bir küvette boğularak ölmüştü. Başparmağında ve dilinde mürekkep lekesi vardı. Bir de ayakkabısının altındaki iz Williamın dikkatini çekmişti. Her şey anlaşılmıştı. Venantius ve Adelmoyu o öldürmüştü. Çünkü ikisi de bir sır biliyordu. Bu sır bir yasak kitabın yeriydi. Kütüphane yardımcısının genç oğlanlara karşı ilgisi vardı. Adelmoyu kitabın yerini söyleyerek kandırdı.
Adelmo kitabı aldı fakat vicdan azabı çekerek kağıdı Venantiusa bıraktı. Sonra da intihar etti. Venantius ise Barengar tarafından öldürüldü. Bunları gören ise kambur Salvatoredu. Artık William ve Adso’nun tek amaçları vardı. Bu yasak kitabı bulmak. Bu nedenle kütüphanedeki gizli geçitleri çözdüler. Fakat kitap bulmaya çok yaklaştıklarında kütüphanede kör Jargo ile karşılaştılar.
Aslında tüm cinayetlerin sebebi bu yaşlı adamdı. Yasak kitap komediye adanmıştı. Fakat kutsal kitap gülmeyi yasaklıyordu. O da bu nedenle bu kitabı zehirledi ve ona her dokunan bir kaç dakika içinde ölüyordu. Bu ortaya çıkınca kör adam hemen elindeki mumu yere attı ve tüm manastır yandı. William ve Adso ise kurtuldular. Beraber manastırı terk ettiler. Çok uzun yıllar sonra William yaşlanmıştı ve yollarının ayrılması gerekiyordu.
Bunun üzerinde yaşlı keşiş o çok özel merceklerini Adso ya hediye etti. İki keşiş bir daha hiç karşılaşmamak üzere ayrıldılar.