”Bir gece, Çiçerin beni Dışişleri Komiserliği’ne davet ettiğinde, o anın heyecanı içime dolmuştu. Ofisine adım attığımda, karşımdaki manzara tam anlamıyla bir çalışma yuvasını andırıyordu. Masasının üstü, dağlarca kağıt ve kitapla doluydu; her biri düşüncelerin titizlikle işlenmiş izlerini taşıyordu. Çiçerin dönerek başını kaldırdı ve bana, “Vladimir İlyiç Lenin, sizi görmek ve Türkiye meseleleri hakkında konuşmak istiyor. Artık, önemli konularda bilgi birikiminiz var; yarın onunla buluşacağız, hazır olun.” dedi.
Beni saran heyecanla, o anı dört gözle beklemeye başladım. Nihayet, o an geldi çattı. Lenin’in çalışma odası, sanki zamanın sabit kaldığı bir yerdeymiş gibi, her şey yerli yerindeydi. Yazı masası, düzenli bir maharetle yerleştirilmiş kitaplar ve belgelerle kaplıydı; bir şeyin gerekli olması durumunda, hemen ulaşılabilecek bir düzen içerisindeydi.
Bu satırlar, Kurtuluş Savaşı yıllarında Lenin tarafından özel olarak seçilerek Türkiye’ye büyükelçi olarak gönderilen Semyon İvanoviç Aralof’un kaleminden dökülenlerdir. Önceden Mustafa Kemal’in Rus Devrimi’ne dair düşüncelerini yansıtırken, bu bölümde Rusya’nın Anadolu’yu nasıl gördüğüne ışık tutmaya çalışacağım. Konuyla ilgili birçok kaynakta çeşitli yorumlar bulunmasına rağmen, her zamanki gibi birinci elden kaynaklardan faydalanmayı tercih edeceğim.
Semyon İvanoviç Aralof, bu konuda en yetkin kişilerden biri olmalı. Aralof, o günlerde yaşadığı olayları, “Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları” isimli eserinde toplamıştır. Kitabının başlangıcında, Türkiye’ye yola çıkmadan önce Lenin ile yaptığı görüşme ve Lenin’in Mustafa Kemal ve Türkiye ile ilgili değerlendirmeleri titizlikle aktarılmaktadır. Aralof, geniş bir delegasyonla birlikte 1921 yılı Aralık ayının sonlarında Türkiye’ye hareket etmiştir. Bu durumda, yukarıda bahsedilen Aralof-Lenin görüşmesinin 1921 yılı Kasım ya da Aralık günlerinde gerçekleştiği söylenebilir.
Şimdi, sözü Aralof’a ve onun anlatımıyla Lenin’e bırakıyorum (Konuyla alakası olmayan bazı cümleleri kaldırdığıma dikkat edin):
Lenin’in Bakış Açısından Türkiye
“Vladimir İlyiç yerinden kalktı, masasının arkasında adım adım ilerleyerek, Çiçerin ile dostça selamlaştı. Merakla gözlerime baktı, elimle sıkıştığında, cesaretlendirici bir sıcaklıkla gülümsedi. ‘Demek ki, azizim,’ dedi, ‘savaşı bitirdiniz, diplomat oldunuz… Şimdi size büyük bir görev veriliyor. Türkiye’de faydalı bir iş yapacağınızı umuyorum.’
Türkler, ulusal bağımsızlıkları için savaşıyorlar. Bunun için Merkez Komitesi, askeri yeteneklerinize güvenerek sizi oraya gönderiyor. Emperyalistler, Türkiye’yi harap ettiler ve hâlâ soymaya devam ediyorlar. Köylüler ve işçiler, bu istismara daha fazla katlanamadılar ve isyan ettiler. Sabır bardağı taştı; hem Doğu halkları, hem de biz emperyalist güçlere karşı savaşıyoruz. Sovyetler Birliği, emperyalistlerle işini bitirdi; onları bozguna uğrattı ve vatanımızdan kovdu. Dişlerini sökerek, keskin tırnaklarının etimizi parçalamalarına asla izin vermedik.
Lenin, Türkiye’de olup bitenleri derin bir kavrayışla takip ediyordu: ‘Mustafa Kemal Paşa, doğal olarak sosyalist değildir. Ama iyi bir organizatör olduğu anlaşılıyor. Zeki ve kabiliyetli bir lider. Ulusal burjuva devrimini yönetiyor. İlerici, akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist devrimimizin değerini kavrayarak, Sovyet Rusya’ya karşı dostane bir tutum sergiliyor. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı veriyor. Emperyalistlerin gururu yerle bir olacak; padişahı ve onun etrafındaki çeteyi silip süpürmesine inanıyorum. Halkın ona olan güveni büyük. O’na, yani Türk halkına yardım etmemiz gerekiyor. İşte sizin asıl göreviniz budur. Türk hükümetine, Türk halkına saygı gösterin, büyüklük taslamayın. Onların işlerine karışmayın…’”
İngiltere, Türkiye’ye yönelik olan planlarını adeta bir piyon gibi Yunanistan’ı kullanarak devreye soktu. Aynı şekilde, Amerika da sahaya sürüyle memleket gönderdi. Gerçekten, bu zor zamanlarda ciddi işler sizleri bekliyor. Kendimiz fakir olduğumuz halde, Türkiye’ye maddi yardımlarda bulunma yükümlülüğümüz var; bu ne kadar gerekli bir eylem, bunun farkında olmalıyız. Moral desteği, dostluk ve yakınlık gibi hislerin, üç kat değer taşıdığına işaret ediyor. Böylece Türk halkı, yalnız olmadığını hissedecek…
Lenin, derin bir sezgiyle sözlerine devam etti:
“Çarlık Rusyası, Türklerle yüz yıl boyunca yaptıkları savaşlarla kanlı bir geçmiş inşa etti. Bu, halkın zihninde, Türkiye’nin düşmanı olarak Rusya imajını derinleştiren propagandalarla kalıcı izler bıraktı. Türk köylülerinin, küçük ve orta mal sahiplerinin, tüccarların, aydınların ve yönetici çevrelerin kalplerinde, Ruslara karşı dostluğa dair bir endişe ve güvensizlik yeşerdi. Bilirsiniz ki, güvensizlik ağır bir yük taşır. Bu nedenle, sabırlı ve tedbirli bir çalışma gerekmektedir.
Eski Çarlık Rusyası ile Sovyetler Birliği arasındaki farkı, kelimelerle değil, eylemlerle kanıtlamak için çabalamalıyız; bu, bizim sorumluluğumuzdur. Siz, bir elçi olarak Sovyetler Birliği’nin Türkiye’nin iç işlerine karışmama ilkesinin ve halklarımız arasında samimi bir dostluğun savunucusu olmak zorundasınız.
Türkiye, büyük ölçüde köylülerin ve küçük burjuvaların oluşturduğu bir ülke. Sanayisi çok sınırlı; olanakları da Avrupa kapitalistlerinin ellerinde. İşçileri bir avuç, bu durumu akılda tutmak şart. Bir kez daha hatırlatıyorum, dikkatli ve sabırlı olun. Hükümet temsilcileriyle ve halkla yapacağınız her iletişimde nazik ve güler yüzlü olun. Allah, sizi büyüklük taslamaktan, kendinizi beğenmekten korusun!”
Lenin bu sözleri söylerken, yüzünde bir gülümseme belirdi; ardından Allah’ın bu işlerle bir alakası olmadığını ekledi ve sözlerine devam etti:
“En önemlisi, halka saygı göstermektir. Emperyalistlerin yağmacı ve istilacı politikalarına karşı durarak, bizim dostluk bağlarımızı hiçbir menfaat gözetmeksizin sağlamlaştırmalıyız; işte sizin asıl sayfanız burası!
Ne tür yardımlarda bulunacağımızı da netleştirelim; en büyük olasılıkla silah yardımı yapacağız. Eğer gerekirse başka yardımlar da sağlar, halkın ihtiyaçlarına katkıda bulunuruz.
Dil öğrenin. Basit ve sıradan insanlarla sık sık bir araya gelin! Çarlık rejiminin elçileri gibi, kendinizi kalın duvarlarla emekçi halktan ayırmayın. Çarlık elçileri, büyük vezirleri ve memurları satın alarak, halktan uzaklaştılar. Bizim işimiz, halkla dostluk kurmaktir.”
Lenin, bir an duraksayarak sordu:
“Ailenizle mi gideceksiniz?” Bu çok iyi bir haberdi. “Çocuklarınıza Türkçe öğretin; siz de öğrenmelisiniz. Bu çok önemlidir.”
Veda sırasında, elimi sıktı ve bana iyi yolculuklar diledi. Bu, Lenin ile son karşılaşmam oldu; bir daha onu görebilmek ne yazık ki kısmet olmadı.
Lenin’in bu derin değerlendirmeleri, dikkatli bir şekilde okunup üzerinde düşünülmesi gereken sözlerdir. Bu ifadeler, bir diplomatik toplantıda, basın önünde ya da halka açık bir şekilde dile getirilmemiştir. Bir liderin, bir büyükelçiyle özel görüşmesinde sarf edilen, en içten ifadelerden oluşmaktadır. Bu noktada, en mantıklı ve samimi görüşler olduğuna şüphe yoktur.
Bizzat Mareşal Fevzi Çakmak’ın ifadeleriyle sözlerine de burada değinmek gerekirse:
Sakarya Meydan Muharebesinde cepheye sürülen 88 bin tüfekten 44 bininin, yani yarısının Sovyet yardımı olduğunu, o günlerde subayların maaşlarının bile Sovyet Rusya’dan gelen altınlarla ödendiğini de bu vesileyle belirtmiş olalım. Yeri gelmişken hatırlatmak istiyorum.
Yazı dizisinin üçüncü bölümünde Mustafa Kemal ile bir Sovyet yetkilisi arasında Havza’da geçen görüşmeden söz etmiştim. Teşkilât-ı Mahsusa başkanı Albay Hüsamettin Ertürk, bu görüşmeden söz ederken, Mustafa Kemal’in sosyalist bir rejim kurma vaadiyle Rusları kandırdığını ve bu sayede silah ve para yardımı temin ettiğini ileri sürmekte ve bunu da bir “başarı” olarak sunmaktadır. Lenin’in bu konuşmalarıysa, Ertürk’ün yaklaşımının ne kadar sığ ve basiretsiz olduğunu açıkça göstermektedir.
Türk ve Rus devrimlerinin liderleri birbirini yeterince tanımakta ve herkes kimin ne olduğunu bilmektedir. Kimsenin kimseyi kandırmaya ihtiyacı olmadığı gibi kimse de böyle çocukça aldatmacalara inanacak kadar saf değildir.
Türkiye Solu ve Mustafa Kemal Türkiye’deki “liberal” sol kesimlerin hemen tümü ve sosyalist solun da bir bölümü, kendi ideolojik konumlanmalarını anti-Kemalizm üzerinden ifade etmektedir. Bu kesimlerde Kurtuluş Savaşı’nı basit bir Türk-Yunan çatışması olarak görüp küçümsemek, Mustafa Kemal’e faşist demek, Cumhuriyet Devrimlerini de şekilci üst yapı değişimleri olarak yine küçümsemek eğilimleri maalesef yaygındır.
Liberal sol hadi neyse de kendini Leninist çizgide gören sol kesimlerin, Lenin’in yukarıda aktardığımız sözlerini birkaç kere okuması ve üzerinde düşünmesi gerekmektedir. Bu çevreler, eğer Lenin’den daha iyi bir Leninist olduklarını iddia etmeyeceklerse, işte en yetkin ağızdan, Rus Devrimi’nin liderinin Mustafa Kemal ve Türk Devrimi hakkındaki değerlendirmeleri böyledir. İleriki bölümlerde, zaman zaman akıl dışı yorumlara konu olan ve adeta bir “kan davası” halini almış bulunan Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Karadeniz’de öldürülmesi olayını anlatırken, bu “anti-kemalist” sol meselesine tekrar ve daha etraflıca değineceğim.
(*) ARALOV, Semyon İvanoviç, “Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları”, Birey ve Toplum yay., 2. baskı, Ağustos 1985, Çeviren: Hasan Âli Ediz.