Fransız düşünür Jacques Ranciere’in Filozof ve Yoksulları adlı kitabı, ‘Kunduracısın Sen Kunduracı Kal’ diyen eski Yunan özdeyişinden bugüne işçilere sadece kendi işlerini yapmaları gerektiğini söyleyen ön kabulleri sorguluyor
”Yunan Ressam Apelle, çizmekte olduğu kundura ile ilgili olarak bir kunduracıya danışır. Kunduracı resmin geri kalanı hakkında da yorum yapmaya başlayınca Apelle onu sınırları aşmaması için ‘Sutor, ne supra crepidam’ diyerek uyarır.
Eski Yunan’da yaygın bir deyiş haline gelen ‘Sutor, ne supra crepidam’ bugüne ‘Kunduracı çizmeyi aşma’ olarak çevrilebilir yani ‘Kunduracısın sen kunduracı kal’. Herkese haddini bilmeyi öğütleyen bu yaklaşım, haddin belirleniminde ise insanların, doğanın bir parçası olarak kimi eğilimlere sahip olduğu ve bu doğal yetenekleri sayesinde yaptıkları işle ama sadece o işle meşgul olmaları gerektiği düşüncesine dayanır. Kişi yetenekleriyle şekillenen bu haddin ötesine geçmemelidir.
Zanaatçılar kendi arasında böylelikle kümelenir; kunduracılar, terziler, duvar örücüler… Ancak asıl büyük ayrım filozoflar ve üzerine çokça kafa yordukları yoksullar arasındadır. Hayat gailesiyle günü kurtarmaya çalışan yoksullar zaman bulup düşünemezler, onların dertleri üzerine düşünen ve bu konulara kafa yoran filozoflar olacaklardır.”
(Jacques Ranciere’in Filozof ve Yoksulları )
Jacques Ranciere’in Filozof ve Yoksulları‘na göz gezdirirken ister istemez aklıma değerli -ve bir türlü kaybetmeden değerini öğrenemediğimiz- babam geldi.
Yakında kendimce çok önemli biyografik bir yazı yazacağım. Çünkü benim yerime onu yazacak kimse yok! Ne işe yarar sorusuna gelince saptırma ve çarpıtmaları engellemezse bile, tarihe bir de ne olduğunu bırakmak iyidir. Zaten yazmamın, yazıyı sevmemin temel nedeni budur. Yoksa ne olduğumu herkesten iyi pek tabii ki ben biliyorum ve beni bekleyen yazıyla asla bağdaşmayacak işlerim olduğu için, bu yazıyı bir an önce kaleme almamda büyük gereklilik var. Ondan önce çok değerli eşsiz anamı ve namı değer kunduracı Halit Usta yani babamı yazmak istiyorum. Kendisinden ve ailesinden başka kimseye zararı olmamış, kitapsız ve kalemsiz bir garip Filozofik bir adamdı babam. Tüm okuma fırsatı bulamamışlar gibi; Kendi Doğrularını Dünyanın Doğrusu Sanırdı.
Gururlu, onurlu ve dürüst çalışkan adamdı. Benim görmediğim benimle ilgili gerçekliklerin bir çoğunu benden 20 yıl önce hissetmiş ve görmüştü.
Bu konuda aklımdan hiç çıkmayan iki anı var; biri ayakkabı tamircisi dükkanında ağabeyim ile birlikte çalışıyordu. Ben henüz çocukluktan gençliğe adım attığım günlerde, sanırım on dört on beş yaşları arasındaydım. Ağabeyim bir ayakkabıyı biraz baştan savma denilecek şekilde bir an önce yapmaya çalışıyordu; babam fark eder etmez ağabeyime;
”oğlum niye baştan savma yapıysen ayıp değil mi ? diye hoş Urfa şivesiyle bozuk çalmış ve çokta incitmeden uyarınca ağabeyim , ”yav baba zaten bundan para almıyığ” diye cevap vermesi üzerine de, ”oğlum, sen işiyi namusuyla yapsane, siyene para alırığ almıyığ siyene”demişti!
Yıllarca eleştirip kızmıştım hatta 14 -15 yaşlarında babama kızarak kendimi ”Falçata” ile yaralamıştım. Daha sonraları sanki o benim babam değil de haşa ben onun babasıymış gibi bana karşılı çok saygılıydı. Böyle davranmasını vicdanlı ve erdemli olmasına bağlıyorum. Yani benlik övüneceğim bir durum söz konusu değil.
Gerçekleri tüm boyutlarıyla çırılçıplak açıklamak başka bir şeydir, tahrif etmek, çarpıtmak ya da bugünlerin moda deyimiyle MANİPÜLE* etmek başka bir şeydir. Konunun karakteristiği yani ruhu içtenlikte gizlidir. Bunun için de yakından tanımak ve kişi hakkında oldukça bilgili olmak gerekir. Denizden aldığınız bir tas su denizdendir elbette ama denizin kendisi değildir.
Bu sözler söz ustalığı değildir. Gerçeklerin çoklukla görünmeyen arka resminin tarifidir.
Umarım yazma fırsatım olur.
Şimdilik daha çok sizleri yormadan ilgililerini düşündürecek birkaç sözle yazıya son vermek istiyorum. Yazıya da Celal Vardar’dan bir şiirle başlamak istiyorum:
MARİFET
Suya dokunmazmış
Sabuna da dokunmazmış
Pise bak.
Celal VARDAR
Nekes Yani Cimriler Erken Ölür, Geç Gömülür
Zaman bende yalnızca takvimlerde geçer, bu yüzden eski kavramına hiç inanmam. İnsan ancak, çocuğundan ve ailesinden hesap soramaz bana göre bu korkakların işidir; onun dışında hayatta kim ne yapmışsa bedeli neyse de onun hesabını er geç verecektir. Neyse ki ben tanıksız konuşmam, yazmam. Bir koca semtin yanı sıra yakın görüştüğüm dostlarım henüz ölmedi yaşıyor yanımda. Meraklısının yüzü
varsa yüzüme gelir konuşur. Kibar ve saygılı olmak başka şeydir, aptal olmak başka şey. Anlamak isteyene bu sözlerim yeter, sanırım. Eskilerin deyimiyle nekes yani şimdiki tarifiyle cimrileri çok iyi tanırım , cimri deyince aklınıza hemen para-pul mal işi gelmesin, bir atasözünün de belirttiği gibi, bunlar parmağa dokunmazlar!..
Kibar olmak lazım değil mi? İyi bir şey yapmak isteyen yapar, ama yapabilmesi için, içinde olması gerekir; yoksa nasıl yapsın? Kendi gölgesinden korkarak yaşar. Bu da bir şeydir değil mi? Hiç bir şey yoksa korksun bari…
Hiç Kimsenin Korkusu Boşuna Değildir. Er Geç Gerçek Olur!
Son olarak bir Urfa hikayesi ile sözlerimi bitirmek istiyorum; Bir gün hacının birisi havuza düşmüş hemen çevredekiler hacının bulunduğu havuzun başına toplanmışlar, bir kaç kişi hadi hacı baba elini ver , elini uzat bana diyormuş ne var ki hacı bu sözlerin hiç birini adeta duymak istemiyormuş. Durumu izleyen orta yaşlarda ama yaşı çok ilerlemişler gibi bembeyaz saçlı biri, kalabalığa dönerek durun siz bir şey söylemeyin, havuzdaki hacı amca ona elini ver denilmez, bakın ne denilir demiş ve dönmüş hacı amcaya ”HACI AMCA ELİMİ AL!” Bunun üzerine hacı amca elini uzatmış ve boğulmaktan kurtulmuş.
Gününüz ve ömrünüz gönlünüz gibi geçsin, güzel veya çirkin. Karar sizin. Ne olursanız olun ama cimri olmayın!
17 Temmuz 2024
- MANİPÜLE : Bir kişinin ya da grubun durumu ya da farklı kişileri kontrol etmek amacıyla, yalan söyleme, yanlış bilgi verme, baskı gibi yöntemler ile duyguları ve tavırları değiştirmeye yönelik davranışların tümüdür. Manipülasyon insanların düşünce, davranış ve kararlarını etkilemeyi amaçlar.