Hepimiz, birbirimize mutlu bir yıl dileğinde bulunuyoruz. Her yeni yıl başlangıcında dünyanın dört bir yanında insanların, tanıdık ya da tanımadık olsun, birbirlerine mutluluk dilediğini düşündüğümde, demek ki çoğunlukla hepimiz derin bir mutsuzluk içinde yaşıyoruz.
İnsanın bilimsel bir şekilde tespit edilmiş biyolojik ihtiyaçlarını giderdiği durumlarda, kendini genel geçer ifadelerle “çok mutsuz” olarak tanımlayan biri bile, günde en az üç öğün mutluluk hormonuyla tanışıyor. Örneğin, “Endorfin” denilen ve yeme, içme, spor gibi hareketlerle ortaya çıkan, beynimizin ödül mekanizmasını devreye sokarak mutluluk hissini duyumsamamızı sağlayan hormonlardan biridir. Yine, rahat uyumamızı ve enerji seviyemizi düzenleyen, yiyecekleri sindirmemizi sağlayan ve iştahımızı artıran serotonin de böyle bir işlevi vardır.
Ayrıca dopamin denilen hormonlarımız, ruh halimizi anında yükselterek mutlu olmamızı sağlıyor. Bu hormon, bize zevk veren duygularımızın bir adı olarak da değerlendirilebilir. Öğrenme yetimizi ve hafızamızı bir şekilde düzenliyor. Bilim insanlarına göre doğumdan ölüme kadar, oksitosin ya da aşk hormonu olarak bilinen bu hormon, doğumdan itibaren ebeveyn ile çocuk arasında güçlü bir bağ oluşturmada önemli bir rol oynuyor.
Bilim insanlarının, doktorların ve eczacıların bizlerden daha iyi bildiği gibi, bu hormonların arttırılması için şunları öneriyorlar:
- Dışarı çıkmak
- Egzersiz yapmak
- Daha fazla gülmek
- Yemek yapmak
Hepimizin hayatının ortağı olan internete “MUTLULUK NEDİR?” diye yazdığımızda yukarıdaki söz ve cümleleri okumak mümkün. Öyleyse, mutluluğu kendi bedenimizde yaşadığımız olumluluk olarak tarif edebiliriz. Ancak, bir an bile dünyada yaşamak için tek başımıza yeterli olsak da mutluluk dileğini bir başkasından duymaya mecbur olduğumuzu hatırladığımızda, mutluluğun lambadan çıkan cin olmadığını anlıyoruz.
Peki, bu gelen yeni yılda o kadar çok duyduğumuz mutluluk dilekleri ne kadar gerçekleşecek? Günümüzde, modern kahin rolünü üstlenen o kadar çok siyasetçi, sosyolog ve psikolog var ki, kendi düşüncelerimizi dahi dillendirmeye fırsat bulamıyoruz. Bu yılın geçmiş yıllardan önemli bir farkı var; o da geçmişten başka olarak bu günlerde yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan kol emeğinin sömürüsünün, artık zorunlu ekonomik alanlar dışında eski anlamı kalmamak üzere, değişmesi.
Dünyanın dijitalleşmesi ve yapay zekanın, robotlardan önce insanın kendisinde yapaylaştırılarak yaşatılması planı karşısında hepimiz çaresizce izleyici durumuna düşürülmekteyiz. Bu durum, insan değerlerini aşındırarak yeni değerlere geçişini hızlandıracak.
Teknolojinin esiri halindeyiz. Yeni yılın ilk gününde karamsarlık yaymak niyetinde değilim. Ancak başı ağrıyanların gördüğü halüsinasyonlara karşı dikkatli olmalıyız. Dünyanın kabul ettiği önde gelen bilim insanları, insanın mutluluğu için üç temel ihtiyaçtan bahsetmişler: barınma, beslenme ve cinsellik. Eğer bu ihtiyaçlardan biri dahi karşılanmıyorsa, o insanın ruhsal ve fiziksel olarak sakatlandığını söyleyebiliriz. Bunları yazarken sık sık mutluluk dileğini tekrarlamak zorunda olduğumu düşünüyorum.
Gene de hepimizin bu dünyaya gelmesinin dört yüz trilyonda bir ihtimal olduğunu hatırlamaya ihtiyacı var. Bu, karamsarlığa düşmemek içindir. Aslında hepimizde, dünyanın zorluklarıyla baş edecek nitelikler mevcut, yeter ki biraz daha kendimize eğilelim.
Haydi geleneği bende bozmadan sağlıklı ve mutluluk dolu bir yıl daha dileyerek yazıyı saygıyla selamlayarak dostları bitireyim. Yeni bir yazıda görüşmek üzere esen kalın dostlar.