G-QXXHXL9JW0
USD33,99
EURO37,84
CNY4,79
GBP44,94
EURO/USD1,11
BIST9.577,46
Petrol72,69
GR. ALTIN2.821,35
BTC1.972.399,65
Cemil Uçar

Hakkı Gümüştaş Paylaşımları

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Füruzan’ın Parasız Yatılısı o adada ilk kez yerini aldığında gözlerimin, aklımın ve yüreğimin başka bir öyküleme ve yazın anlayışıyla buluştuğunu fark etmiştim. İlk cümle, daha önce okumuş olduğum öykülerin cümlelerine benzemiyordu: “Sabah eskimişliğin buzulları burnuma dek geliyor.” (Sabah Eskimişliğin, Çok çarpıcıydı. “İşte” diyordu sanki bir ses; “İşte farklı, ayrıksı, sıra dışı öykü metinleri; daha öncekilere hiç benzemeyen.

Anla ve hisset bu öykülerin evrenini.” Daha o zamanlar, anlayıp çözümlemeye çalışarak okumuştum Füruzan’ı: “Çocuğun kirpikli çocuk gözleri vardı. Yemek yediği iskemlenin üzerinden inip kediye gitti. Kedi sobanın yanında kedileşip duruyordu.” “Bana, gençliğinizde sizin de yaşadığınızı söylediler. Sonradan edindiğiniz ölü kabuklarınız yokmuş. Güzelim bir kadınmışsınız üstelik. Sizi de kırdılar mı?” “Gidiyor musunuz? Güle güle. Kapıyı iyice kapayın. Sizden üşüdüm…”(Özgürlük Atları) İçine doğdukları dilin olanaklarını genişletenler, dünyaya dilin içinden bakarken sözcüklere ve ifadelere yeni ufuklar ve yaratıcı açılımlar kazandıranlar kuşkusuz, şair ve yazarlardır. Füruzan, dile verdiği önemle, ona kazandırdığı yaratıcı ve özgün açılımlarla da önemli bir konumda yer alıyor.

 

Gerçekten, edebiyat ders ezberinin dışındaki kitaplardandı Parasız Yatılı. Zamansal atlamalarıyla, alışılmış düz- kronolojik zaman akışlı öykülerden çok farklıydı. İnsanın ruhsal derinliği; satırların oylumuna, incecik, yalın bir şiirsellikle sığdırılmıştı. İç konuşmalar, anımsama cümleleriyle geçmişe dönüyordu öykü kişileri. Dümdüz akan bir olay yoktu; öykü anından geriye dönüşlerle, geçmiş ve şimdiki zaman birlikteliğiyle aktarılan insani durumlar vardı bu öykülerde. Sonsuz zaman içinde, kendi kişisel zamanını oluşturan yaşamlardan bir kesit yer alıyordu öykülerin orta noktasında.

Aynı kitaptaki  Sabah Eskimişliğin’de bilinç yarılmalarıyla çocukluktaki anı, çağrışım ve imgelere açılan öykü kişisinin iç evrenini, okurun dikkatli bir bakışla çözümlemesi gerekiyor. Yazar, kronolojik algılamanın insan zihninin ürünü olduğunu, yaşamın aslında yapaylığa, hiçbir düzen ve intizama boyun eğmediğini, onun kurallar ve kalıpların dışına taşan olgusallığını vurgulamak istiyor gibi. Bu öyküler, şiire de yakın duruyorlar; imgelerle, çağrışımlarla, yepyeni düş ve anlamlara bürünmüş sözcüklerle yazılmışlar. Az sözcüğün, az sesin oluşturduğu çok anlamlılık önem taşıyor. Bu öyküler, gürültüsüz, slogansız biçimde yoksulluğun hüzünlü çocuk yüzünü ince bir duyarlılıkla gösteriyor. Ayrıca, günümüze uzanan modern öykü tarzının belirleyici örnekleri arasında yer alıyorlar.

Füruzan’ın öyküleri, her an kendini yenileyen, her okumada yepyeni anlamlara doğru evrilen, farklı duygu, düşünce, düş zenginliklerine açılan yapısıyla, 197’li yıllardan beri varlığını ve değerini kabul ettirmiştir. Sanki bir yüreği vardır Füruzan öykülerinin; zaman aktıkça canlılığını sürdüren, her okumada dirimsellik kazanan öyküler…

Öykülerinde ben- öyküsel anlatımı ve 3. tekil anlatımı dengeli biçimde kullanan yazar, bazen aynı öykü içinde her ikisine de yer verebiliyor. İç konuşmalar, dış sesler, yazarın sıkça kullandığı anlatı teknikleri arasında. İlk öykülerinden itibaren, kurgu sağlamlığı, öykülerinin asıl çatısını oluşturmakta. Sevda Dolu Bir Yaz’daki öykülerde, öykü zamanı içindeki geriye dönüşlerle, öykü kahramanı kendi çocukluğuna açılır ve farklı bir zaman boyutuna geçer. Bu zaman diliminde de öykü kahramanının annesi, teyzesi, anneannesi gibi kadın karakterler, konuşmalar yoluyla anılarını anlatarak başka bir geçmiş zaman boyutuna açarlar öyküyü. Böylece, zamansal olarak üç ayrı zaman ve üç ayrı anlatı katmanı söz konusu olur.

Parasız Yatılı’daki ilk kısa öyküler, Füruzan öykücülüğünde ana damarı oluşturacaktır. Sonra, daha oylumlu öykülere ve romana da açılacaktır Füruzan. Bireyin yalnızlığı ve anlaşılamaması, annesiyle bir başına kalan kız çocukları, her kuşaktan kadınlar, İstanbul’un arka ve yoksul yüzü, kağşamış ahşap evlerdeki eğri sofalar, bahçelerdeki ağaçlardan, yeşilliklerden, çiçek ve otlardan yansılanan canlı renkler ve kokular… Bu evlerde yaşayan yaşlı insanların eski günleri yâd ederek geçmişe duydukları özlemi dile getirmeleri… Ve kış… Kış mevsimi, Füruzan’ın öykülerinde, çatılardan sarkan buzlarla, odada bir yanı kızararak yanan taşkömürü sobasından dalga dalga yayılan sıcaklıkla, bahçelerde ağaç dallarını, toprağı örten sessizlikle, serçelerin kar üstündeki güçsüz adımlarıyla, içe işleyen bir çocuk üşümesiyle, başlı başına bir hüzün kaynağı gibidir. Bu üşümeler, yalnızlıktan süzülüp gelir.

Göçmenlik, ötekileşme ve gurbet, yazarın ele aldığı sosyal konularından birkaçıdır.  Rumeli’den gelenlerin anlatıldığı Edirne’nin Köprüleri (Parasız Yatılı) dramatik yapısıyla, etkileyici bir öyküdür. Göçmenlik nedeniyle toplum dışında kalan insanların, birbirine tutunarak ayakta kalma mücadeleleri, ince bir hüzün duygusuyla aktarılır.

Yazarın, ilk kez 1999’da yayımlanan öykü kitabı Sevda Dolu Bir Yaz’daki Birinci Yaz Şarkıları, İkinci Yaz Şarkıları öykülerinde farklı kültürlerden insanların uyumlu yaşantıları, mahalledeki dayanışmaları bir Rum ailesi ile bir Türk ailesi arasındaki sıcak dostluk bağlamında dile getirilir. İstanbul’un başat özelliği, toplumsal dokudaki bu uyumdur; ama giderek bu uyum ve denge yitirilmiştir. 6-7 Eylül Olayları meydana gelmiş; Rum aile, Atina’ya göç etmek zorunda kalmıştır. Fakat aileler arasındaki bağ hiç kopmaz. Türk aileye bir başka destek, Rum terzi kızından gelir.

Füruzan’ın öykülerindeki yüce gönüllü insanlar, ince bir İstanbul edasıyla konuşurlar. Sanki seslerini duyarız: “Haydi çocuklar! Madem yolumuz buraya geldi Hacı Bekir’e girelim. Küçük talebemize şekerler alalım. Hem de Şahende, kızım, sen bir demirhindi iç iyi gelir. Bir nefes duralım. Bayram kalabalığı ziyade yordu bizi. “(İkinci Yaz Şarkıları) Şekercide kasada oturan bey şöyle konuşur: “Yok efendim, rica ederim efendim, ufak bir borcunuz kalsın ki yolunuzun buraya düşmesi mümkün olsun değil mi?  Edirne’nin Köprüleri, Temizlik Kolu, Yaz Şarkıları gibi öykülerinde kişiler, kendi özelliklerine uygun olarak, Balkan-Rumeli ya da İstanbul Rum şivesinden ses ve sözcüklerle dile gelirler.

Füruzan öykülerine damgasını vuran asli özellik, ayrıntılardaki titizliktir. Yazar, her duygunun, eşyanın, mekânın, varlığın, kişinin ruhuna girerek anlatır onları. Eşya ve mekânların bütün renkleri, ince noktalarıyla anlatıldığına, insanların yüz ifadeleri, bakışları, tavır ve davranışlarındaki ayrıntıların dile getirildiğine tanık olur; varlıkların, insani durumların üzerinden incecik bir bakışın süzülüp geçtiğini duyumsarız. Füruzan’ın öyküleri doluluk ve yoğunluğuyla dikkati çekiyor. Her satırın hakkının verilmiş olduğu, ufacık bir gereksiz sözcüğü kaldırmayan, hassas dengelerdeki bir doluluktur bu. Yazar, bu incecik dengeyi bütün öykülerinde korumayı başarmıştır.

Füruzan öykülerini okurken öncelikle bu doluluğu duyumsuyorum. Ayrıntılar yalnızca bir arka plan ya da fon değildir; tümü, öykünün can damarını oluşturan bir atmosfer yaratır ki öykü, bu atmosferde soluk alır. Tomris Uyar’ca söylersek, uçsuz bucaksız yaşam gerçekliğinin herhangi bir noktasına tutulan bir ışık demetidir öykü. O ışık altında neler görünüyorsa onların tümünü öyküye taşır yazarlar. Öyküyü gerçek bir sanat kılan, bu yoğunluktur.

Füruzan, yoğunluğu ve doluluğu korumayı her zaman gözetmiştir. Uzun öykülerinde de yeğnilik, gereksiz uzatmalar ve söz kalabalığı yoktur. Her sözcüğün ve ayrıntının değeri verilir. Bu yoğunluk, dilsel, betimsel, kurgusal boyutun yanı sıra, karakter yoğunluğunu da içerir.  Kadın karakterlerin, kız çocukların geçididir Füruzan öyküleri. Karakterlerinin canlandırılmasında da yoğunluğu önemser. Eşya üzerinde ayrıntılarda gezinen dili, insan psikolojisini de ayrıntılar yoluyla aktarır. Canlı bir atmosferde soluk alan canlı karakterler, yaşamdan beslenen öykülerin içsel diriminde yaşarlar. Örselenseler, kırılsalar, yaralanmış olsalar da içlerinin kanayan yanlarıyla var olurlar.

Yaz Şarkıları’nda müzik, görselliğe dokunarak ilerler. Sevda Dolu Bir Yaz’ın asıl adı “Şarkılar Kitabı”‘dır. Bu öykülerdeki karakterler müziğin ezgilerine eşlik ederler. Seslerin ve ezgilerin yüreğinde Miltiyadi Aile Gazinosu yer alır. Evde sürekli eski şarkılar söylenir, radyo bir büyülü varlık gibi tanık olur her şeye. Bir gün o radyodan öykü kişisi Küçük Teyze’nin de şarkı söyleyen sesi duyulur.

O yıllarda evlerin oda içlerindeki en önemli eşyalardan olan bir radyonun betimlenmesi dikkati çekiyor: “Radyonun karanlıkta öne geçip beliren göz kesimli yeşil ışığına bakıyorum. Bu yeşil ışığı çok seviyorum; o ta uzaklardan gelen seslerin dalgakıranı deniz feneri gibi. O yanarsa sesler ancak yolunu buluyor.”  Burada, bir çocuğun yaşama açılan dolayımsız ve naif duyarlıklı bakışı söz konusudur. Füruzan’da kendi çocukluklarına açılan anlatıcılar, birçok varlığı, nesne, durum ve olguyu bu bakışla anlatırlar. Füruzan’ı özgün kılan yönlerden biri de bu bakıştır.

Sinemanın insan üzerindeki büyülü etkisini sık sık dile getirmiştir Füruzan. Yaz Şarkıları’nda siyahi bir Amerikalı’ya âşık olup evlenen, Amerika’ya giden genç kız, filmlerdeki Amerikan rüyasının boşluğuyla karşılaşarak düş kırıklığına uğrar. Gemici baba, Gemici Sinbad filminden o denli etkilenir ki, kızına Şehrazat adını verir. Şehrazat, adından hoşnut değildir; küçük bir kızın taşıyamayacağı kadar ağır gelir bu ad ona; çünkü okulda arkadaşları onun adıyla (aslında yoksulluğuyla) eğlenmektedirler.

Öykülerinde merak unsurunu derece derece artırarak kullanan Füruzan, olay, durum ya da olguyu doğrudan, düz bir aktarımla sunmaz. Okurun da öykü metnine dahil olmasını, yaratıcı biçimde ipuçlarını takip etmesini bekler. Yaz Şarkıları’nda birtakım sözlerden, konuşmalardaki sezdirimlerden, Kerim Ali dayının başına gelenleri, akıbetini adım adım izleriz. Onun Bakırköy’de klinik tedavi gören bir ruh hastası olduğunu; gençliğinde karasevdaya tutulduğunu, sevdiği kızın intihar ettiğini, kendisine uygulanan şok tedavilerini ve en sonunda dünyadan göçüp gidişini… ayrıntılara tutunarak çözümleriz.

Füruzan’ın çocuk karakterlerinin okulla ve eğitimle ilgili çelişkileri, bence önemlidir. O yıllarda daha fazla göze batan seçkincilik, yaşamın her alanındaki ayrımcılık, eğitim kurumlarına da yansımaktadır. Parasız Yatılı’daki Sabah Eskimişliğin, Özgürlük Atları gibi öykülerindeki yoksul çocuklar, sınıfta hak ettikleri ilgi ve kabulü göremezler; ne öğretmen ne de yöneticiler değer verir onlara. Kızılay mutfağından yemek yerler. Başarıları görmezden gelinir.

Öğretmenler katı, sevgisiz ve aşırı kuralcı davranırlar. Eski önlükleri nedeniyle bazı çocukların yoksullukları hatırlatılır: “Öğretmen tırnaklara bakacak, oysa kemirilmiş sıskacık ellerimi saklayacak yer de yok, okul önlüğüm gittikçe soluyor, soluyor; öğretmen, sevgisiz, soğuk, yorgun.” Eğri büğrü ayakkabıları nedeniyle çocuklar alay ederler öyküdeki kızla. (Sabah Eskimişliğin) Sevda Dolu Bir Yaz’daki Yaz Şarkıları’nda da okulun rengi gridir; eğitimin rengi gridir, kurşun rengi bir ağırlıkla ezer yoksul çocukları. Eskimiş önlükler de griye döner; kurşun rengiyle ağırlaşır yoksul kızın bedeninde. Okula gitmeden alfabeyi söken, çabuk kavrayan, belleği güçlü olan Şehrazat, erken yaşta, kendisine bol gelen okul önlüğü giydirilerek okula gönderilir.

Birkaç gün öncesinde tesadüfen babası ve annesini sevişirken gördüğü için ruh durumu sarsılan, sık sık ağlayan küçük kızın sorunlarının başka bir boyutu, okul korkusudur. İncinmiş ruhsal durumu, korku nedeniyle daha zorlu bir hal alır. “Bu kurşun rengi girişte sıralanan odaların ortasındaki yüksek kapılı odanın iki yanındaki büyük saksılarda devetabanları vardı. Onlar da koyu kurşun rengine dönmüşlerdi. ” diye anlatır küçük kızın bakışıyla. (İkinci Yaz Şarkıları) Daha ilk günde, katı ve ruhsuz bir eğitim anlayışı kuşatır kızın çevresini. Sesler buyurgandır; okul kuralları dikte edilmektedir. Düzen, intizam, çocuğu hizaya getirme esastır bu eğitimde.

Aynı öyküde, “Öğretmen ve yöneticiler birbirine benzer ses tonlarıyla aynı vurgularla konuşarak, benzer devinimlerle davranırlar. Bakışlarından, bulundukları ortama uzaklaştırıcı bir şeyler geçer.” İlk günde, çevresine duyduğu çocukça ilgi ve merakla pencere içine girip oturan ve dışarıdaki çam ağacını seyreden küçük kız, öğretmenin kendisine bağıran sesiyle bir anda ürker. Azarlanır yaramazlığından dolayı. O da yoklamada adını (Şehrazat) söylememeyi ısrarla sürdürür. Aşağılayıcı, buyurgan, yargılayıcı, soğuk bir davranış sergiler öğretmen.

Çocuk ruhunu ve eğitim psikolojisini hiç bilmiyormuşçasına davranmaktadır. O gün öğleden sonra onu ikinci sıradan alır ve en arkadaki beşinci sıraya oturtur. Küçük kız sevinir; çünkü çam ağacına daha yakındır. İğne şeklindeki çam püsküllerinin pencereye dokunurken çıkardığı tıs tıs seslerini daha yakından duyacaktır. “O ilk büyük azarlanmadan sonra öğretmenin anlattıklarına duyduğum ilgi yitmişti.” diye anlatır küçük kız. Ders dışındaki her şeyle ilgilidir artık; çünkü o bir çocuktur ve bu durum göz ardı edilmiştir: “Dışarıda yankılanan bir kapının çarpışı, merdivenlerden hızla inen topuk seslerinin arasına karışan buyurucu ünlemlerin kesilivermesiyle beliriveren dış sessizlik, okulun koyu kurşun rengiyle örtüşüp beni sarıyor, yerimden uzaklaştırıyordu.

Öğretmenin tekdüze anlatışını bölen bir vapur sesini peş peşe gelen tren düdükleri silip yok ediyordu.”  Bu olaylardan sonra hastalanıp yatağa düşen küçük kız, uzun süre okula gidemez. Hastalığın ne olduğu da pek belli değildir; kaynağında ruhsal bir sorun; okul korkusu olduğu sezdirilir. Küçük kız, zeki bir öğrenci olmasına rağmen yıl sonunda ancak “iyi” derece ile geçer. Öykü boyunca bu kurşun rengi ağır eğitim sistemi içinde uğraş veren kız, yavaş yavaş ilerler; onca yoksulluğa ve acıya rağmen lise ve üniversite öğrenimini tamamlayarak avukat olur. Artık, yoksulluktan ve onun getirdiği her türlü olumsuz yaşantılardan nefret eder durumdadır.

Eğitimdeki olumsuz koşullanmaların çocuklardaki kötü etkileri Birinci ve İkinci Yaz Şarkıları’nda, Füruzan’ın derinlikli bakışıyla gösterilir böylelikle. Bir ailenin yoksulluk, ölüm, borç ve hastalık batağındaki savrulmalarını etkilenerek okuruz. Yoksul aile çocuklarının hor görüldüğü eğitim ortamları çocukta ve giderek yetişkinlikte onulmaz izler bırakacaktır.

Benim Sinemalarım’daki Temizlik Kolu öyküsünde benzer bir durum sergilenir. Öyküde Rumeli göçmeni yoksul bir ailede Nine, anne-babası olmayan torunu Hediye’yi ezdirmemek ve onu yoksullukları nedeniyle okuldakilerin aşağılamalarından korumak ister. Sınıfta yoksul oldukları için temizlik koluna sürekli Hediye ile Şahver seçilmektedir. Nine durumu dinledikçe, çekindiği için babasının üç ay önce öldüğünü öğretmene söyleyemeyen torununun sınıftaki ezilmiş durumunu sezer.

Üstelik kurşun rengi solmuş ve kısalmış önlükleriyle en arkada kaybolan ve öğretmenin mutlaka siyah saten önlük almaları buyurmasıyla şaşırıp kalan kız için her şey karanlık satene kesilmiştir. Nine, “herkes sırayla temizlik kolunda görev almalı” diye öğretmene söylemezse torununa önlük almayacaktır. Küçük kız zorda kalır; yengesinden yardım ister ve güç bela Nine’yi razı ederler. Burada eğitim ortamının acımasız katılığına ve sınıfta ailelerin toplumsal durumuna bağlı rol dağılımına bir gönderme yapılmaktadır.

Parasız yatılılık, eğitim sistemi içinde yoksul çocuklar için tek kurtuluştur. Bu durum, büyük kentlerde taşralı olma durumunu da temsil eder. Zekâ ve başarısıyla bu zorlu sınavı aşınca yükselme olanağı verilir yoksul ve yetim çocuklara. “Parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep erken gelir. Hiç gecikmezler.” (Parasız Yatılı) cümlesi çok manidar bir biçimde durumu özetler.

Şiir, resim, müzik, sinema ve öteki güzel sanatlara açılan koridorlar gibidir Füruzan’ın öyküleri. Bunların odağındaki asıl unsurun “sanat” olduğu söylenebilir.  Yazar, öykülerde varlığını duyumsatan yaşamın sonsuz sarmalıyla evreni kucaklar; yıldızlara ‘merhaba’ der, saman yolunda yürür. Çocuk düşlerinin en masalsı serüveni ondadır.

Karasevda yüzünden içine kapanıp hiç konuşmayan Kerim Ali dayısı, küçük kızın rüyalarında konuşur, şarkı söyler. Bir gece de gökyüzünde uçar küçük kız: “Göğün sonsuz boşluğunda istediğim yöne kolayca kayabiliyorum. Dedemin sokağındaki gösterişli evin Selahattin Beylerin konağı denen o yerin damında çocuklar kara önlükleriyle, ellerindeki okul çantalarıyla sıralanmış, kıpırtısız duruyorlar. Bir okul görmemiş olduğum için onların orda okuduğuna karar veriyorum.

Hiç mutlu görünmüyorlar. Küme halinde duran çok parlak bir yıldız adacığına dalıyorum, daha da yukarda olanlara bakarken, iki yıldız peş peşe boşluğa kayıp siliniveriyorlar. Burnuma gelen kesilmiş, serin taze çimen kokusunun yıldızların kokusu olduğunu öğreniyorum.” (Birinci Yaz Şarkıları)

Ferit Edgü, “Benim yazarlarım, kendilerine baktıklarında başkalarını gören, başkalarına baktıklarında kendilerini kucaklayan ve düşlerinde yaşama, yaşamlarında düşlere yer verenlerdir. Düş yoksa yazınsal yaratıcılık da yoktur.” der. Bence Füruzan’ın yaratıcı evrenini de kapsamaktadır bu sözler; bütün gerçek sanatçıların evrenini kapsadığı gibi.

Yıldızlar yağsın toprağına…sonsuzca…

Hakkı Gümüştaş Paylaşımları

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haber Kontak ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!