Bilge adam, erdemin yüz akı Aziz Nesin, Çatalca’daki vakıfta gençlerle sohbetinde demiş ki, “Fakirlerin tek silahı çalışmaktır.” Ben de kendimce bulunduğum koşullarda günün büyük bir bölümünü okuyarak, yazarak geçirmeye çalışıyorum.
Farklı hayatları tanımış olmak ve içinde bulunmak, elbette çok ufuktan farklı yerlere ulaşmaya yaradığı gibi, çok az kişinin bakabildiği yerlerden de bakmaya faydalı oluyor. Ülkemizde her şey biraz daha başka ve özgündür diye düşünüyorum. Her ne kadar geri bırakılmış toplumlarda yoksulluğun geniş kesimleri içine aldığı ve kimsenin yeteneğine göre değil, bulduğu işle hemhal olduğunu göz önüne alsak bile, kimseyi yaşamın gündelikleriyle baş etmesinden dolayı çokça suçlamamalıyız.
Hayata düz bir çizgiden bakamadığımız için bazen birbirine zıt süreçleri şaşkınlıkla değil, anlamaya çalışarak çözebiliriz. Bunun için dinamik yöntemlere ve diyalektik bir bakış açısına ihtiyacımız vardır. Ülkemizde hemen hemen hiçbir şey, göründüğü gibi değildir. Birbirine benzemeyen, hatta birbirinin zıddı olabildikleri gibi en tehlikeli zannedilenler değil, masum görünen ve duranların daha tehlikeli olduğunu da zamanla anlarız. Bunların içinde en tehlikelisi, “Suya sabuna dokunmayan ve sürekli alkışlayan tiplerdir.”
Umarım kitap çalışmasının yanı sıra tekrar istediğim dergiciliğe de başlarım da bana zıt ve kendime göre olmayan aptal işlerle uğraşmak zorunda kalmam. Böylece topluma ve insanlığa daha faydalı olacağımı sanıyorum. Aslında bu güne kadar da en çok kendime zarar verdiğimi düşünüyorum. Ne güzel demiş eskiler, “Keskin sirke küpüne zarar!”
Ama bu sözlerimi kendime övgü olarak düşünmeyin lütfen. Çünkü bizim gibi ülkelerde korkak olmak zordur, cesur olmak değil. Yaşamak iki değil, bin defa zordur çünkü. Bir defasında hatırlarım, Küçükçekmece taraflarında sevgililer sandal gezisindeyken üstlerine düşen aracın altında kalıp yaşamları noktalanmıştı. Sokağa çıkmak bile az takdire şayan bir iş değildir memleketimizde. Bunun için kimsenin çokça övünmesine ihtiyaç olmadığı gibi, başarıya susamış çoğunluğu göz önünde bulundurarak gereksiz düşman sahibi olmamak için kendinden çokça söz etmemek gerektiğini epey bedellerle öğrenmiş bulunuyorum. Aslında yaşadıkça biteviye öğreniyoruz, değil mi?
Örneğin, bayram günü malum koronavirüs salgınından dolayı evlerde kapalıyız. Bayramda olunca birbirimizle ulaşım için tek aracımız olan telefonlara saldırıp şebekelere zor anlar yaşatıyoruz. Kısacası her an öğreniyoruz. Şiir gibi bayram, bayram gibi ömür dilerim herkese.
Sorular Biterse de Yanıtın Kocaman Bir Sorudur Ancak
Bir daha dünyaya gelseydim, daha daha çok okur, daha az yazardım. Bir daha dünyaya gelseydim, bir örgütten girer, diğerinden çıkardım. Bir daha dünyaya geleceğim elbette.
Bir ses geliyor ama nereden? Kendi sesimizden başka sese vaktimiz var mı? İşte cennet cehennem burada. Sen fırın zannet, sen de tatil köyü…
Bir daha dünyaya gelmek okumakta, yazmakta gizli. Sen cenneti beklerken bir de bakmışsın ki olmuşsun bok böceği. Bir daha dünyaya gelmek yaşamanda gizli. Kimi kalbine güvenir ve yorulur, tükenir benim gibi; kimi de hiç kullanmaz kalbini.
Sıfır kilometrede doğuyoruz doğru. Sıfırda niye gidiyorsun? Gelmek için mi?
27 Mayıs 2020, Büyükçekmece