Cehennemlik Turan Dursun’un Karısı Şizofreni hastasıydı. Turan Dursun, ona bakardı. “Neredeyse bir psikiyatrist kadar bilgilendim,” derdi. Bir yazıda, aralarındaki ilişkiyi anlatmıştı: “Eşime hep önem verdim. Hep bir şeyler vermeye çalıştım. Verebildim mi, bilmiyorum. Çok eksikliklerim var. Ama hiç kimsenin karısının olmadığı kadar karım bana, ben ona aşık yaşadık. Komşularımız şaşardı. Bana göre karı-koca bu duygularını zamanla yitirirler. Karımın bu durumu sürmüştür. Onun bu duygusal yoğunlaşması, benim ona daha önem vermemi gerektirmişti.”
Karısı, “Sen dinsizsin ama bana baktın, hayata bağladın, Allah seni cehenneme yollamaz!” diyormuş. Turan Dursun, diğer dinleri, özellikle İslam aleyhine yazılar yazardı. Tartışılsın üzerinde, düşünülsün isterdi. Ama şeriatçılar düşünmezlerdi. Dini tartışmazlardı. Tartışmak şirkti. Kur’an ve önceki kitaplarda biat esastı. Ve işaret parmaklarıyla Turan Dursun’u gösterdi. “Katli vacipti!”
Sonra… Sonra Turan Dursun’u vurdular. Cesedi saatlerce kaldırımda kaldı. Vatandaşlar utanmadı; ambulans değil, arkası açık bir kamyona koyup hastane morguna taşınmasına. Sonra herkes o cinayeti unuttu. Bir kişi hariç… Turan Dursun’un eşi Naima Dursun. Kabul edemedi eşinin öldürülmesini. Bir böceğe kıyamayan kocasının neden öldürüldüğünü kendine anlatamadı. Sahipsiz kaldı. Kimse çekmezdi onu; hastaydı sonuçta. İyice içine kapandı. Hastalığı ilerledi. Ölmek istedi. Allah’a hep dua etti, canını alması için.
Sonra… 20 yıl sonra… En sonunda çektiği acılara dayanamayarak kendi elleriyle ölüme gitti. İntihar etti. Çocuklu bir kadının canına kıyması kolay değil. İstenmeyen bir son. Talihsiz bir ömür… Talihsiz bir son. Bir insan kendisi ölse neyse… Ama eğer biri vurup öldürülürse, o öldürüldüğü zaman yakınları da öldürülür. Onu sevenler de o kurşunlarla öldürülür.
Acaba cinayet yapanların kendi Allahlarıyla aralarında bu konu dillendirilir mi? Vicdan azabı gibi konuları… “Allah’ım, bak sen hoşnut ol diye, bir kulunu gözümüzü kırpmadan öldürdük! Sen gayri bizden razı ol,” mu diyorlar? Allah bu kadar aciz mi? Bir kulunu kendi susturamayacak kadar… Susturmanın yolu bu mu? Hani o eleştirel aklı Turan’a veren kendisi değil miydi? Turan, şeytana uydu diyelim… Şeytanı o seviyeye getiren kendisi değil miydi? Neden ille başka bir kula cinayeti işletti? Razı mıydı sonuçtan? Hiç sanmam.
Karısı intihar ederken, “Peygamberimize küfreden pis kafir geberdi, cehennemlik karısı da intihar etti. Daha önce o dinsiz adamdan boşanmadığı için zaten cehennemlikti,” diye düşünüldü. Hatta içten içe sevindiler tetikçi tayfaları. “Bu ölümler ders olsun. Dini eleştiren ateistleri korksun. Daha konuşamasınlar,” diye. Ama bilmezler ki, vicdanından korkan kimseden korkmaz! Kimin cennete, kimin nereye gideceğini de kimse bilemez. Din için insan öldürenler hiç bilemez. Çünkü, düşünemezler! Sadece söylenene biat ederler.
Karısı Naima Dursun’a bile, namaz kılmak istediğinde, önüne seccade açan o kul öldürüldü diye görmüyor mu o Allahları?
Ucuz ve yüzey işler bu işler! Başka türlü işler bu işler… Para pul daha çok işler bu işlerde o işler!
4 Eylül 1990, Koşuyolu, İstanbul
Turan Dursun, Türkiye’de din eleştirisiyle tanınan bir yazar ve düşünürdü. Ancak, onun hayatı sadece fikirleriyle değil, aynı zamanda özel hayatıyla da dikkat çekiyordu. Eşi Naima Dursun, şizofreni hastasıydı ve Turan, ona olan sevgisiyle dikkat çekiyordu. Bu yazıda, Turan Dursun’un hayatı, eşiyle olan ilişkisi ve trajik sonu ele alınacaktır.
Eşine Olan Bağlılığı
Turan Dursun, eşine olan bağlılığını sıkça dile getirirdi. “Neredeyse 1 psikiyatrist kadar bilgilendim” diyerek, eşinin hastalığına karşı duyduğu sorumluluğu ifade ediyordu. Bir yazısında, “Eşime hep önem verdim. Hep bir şeyler vermeye çalıştım. Verebildim mi, bilmiyorum. Çok eksikliklerim var. Ama hiç kimsenin karısının olmadığı kadar karım bana, ben ona AŞIK yaşadık” şeklinde duygularını aktarmıştır. Bu sözler, onların arasındaki derin bağı ve karşılıklı aşkı gözler önüne seriyor.
Dini Eleştirileri ve Sonuçları
Turan Dursun, özellikle İslam aleyhine yazılar yazıyordu. Dini tartışmaların yapılmasını savunuyor, ancak şeriatçıların bu tartışmalara kapalı olduğunu biliyordu. “Tartışmak şirkti” diyerek, dinin katı kurallarına dikkat çekiyordu. Bu nedenle, Dursun, dinci grupların hedefi haline geldi. Onun düşünceleri, bazı kesimler tarafından kabul edilmedi ve bu durum, onun hayatını tehlikeye attı.
Cinayet ve Sonrası
Sonunda, Turan Dursun, düşüncelerinin bedelini ağır bir şekilde ödedi. Bir gün, dinci gruplar tarafından vuruldu. Cesedi, saatlerce kaldırımda bekletildi ve ambulans yerine açık bir kamyona konularak hastane morguna taşındı. Bu olay, toplumda büyük bir infial yarattı, ancak zamanla unutuldu. Tek unutulmayan, eşi Naima Dursun oldu. Eşinin öldürülmesini kabullenemeyen Naima, derin bir acı içinde yaşamaya başladı.
Naima Dursun’un Çöküşü
Naima Dursun, eşinin kaybıyla birlikte yalnız kaldı. Şizofreni hastalığı ilerledi ve içine kapandı. “Kimse çekmezdi onu; hastaydı sonuçta” ifadesi, onun yaşadığı yalnızlığı ve çaresizliği gözler önüne seriyor. Eşinin ölümünden sonra, Naima, sürekli olarak Allah’a dua etti ve canını almasını istedi. Bu durum, onun ruh halinin ne kadar kötüleştiğini gösteriyor.
Yirmi yıl boyunca acı çeken Naima, en sonunda dayanamayarak intihar etti. “Çocuklu bir kadının canına kıyması kolay değil” ifadesi, onun yaşadığı içsel çatışmayı ve zor durumu vurguluyor. Naima’nın intiharı, sadece kendi hayatını değil, aynı zamanda Turan Dursun’un hayatını da etkiledi. “Bir insan kendisi ölse neyse… Ama eğer biri vurup öldürülürse.. O öldürüldüğü zaman yakınları da öldürülür” düşüncesi, cinayetlerin ardındaki derin acıyı ortaya koyuyor.
Vicdan ve Din
Turan Dursun’un cinayetini işleyenlerin, yaptıkları eylemin arkasında vicdan azabı taşıyıp taşımadıkları sorgulanmalıdır. “Acaba cinayet yapanların kendi Allahlarıyla aralarında bu konu dillendirilir mi?” sorusu, din adına işlenen cinayetlerin ne kadar trajik olduğunu gösteriyor. Din için insan öldürenlerin, bu eylemin sonuçlarını düşünmeleri gerektiği vurgulanıyor.
Dursun’un İnanç Dönüşümü: Bilim Arayışı ve Kutsal Metinlerin Sorgulanması
Dini Kimlikten Uzaklaşma Süreci
Dursun, müftülük döneminde diğer dinlere ve dinlerden önceki efsanelere yönelik yoğun bir inceleme sürecine girdi. Bu araştırmalar neticesinde, kişinin dini kimliğinden uzaklaşma süreci başlamıştır. Dursun, inanç devriminin ya da inançsızlığın nedenlerini merak ederken, kendi dikkatini doğru bilime yönlendirmiştir. Uzun süre kütüphanelerde araştırmalar yaparak, İslam’ın kökenleri ve kutsal kitapların içindeki öyküler hakkında derin bir anlayış kazanmıştır.
Kütüphanelerdeki Keşifler
Dursun, yaptığı araştırmalarda karşılaştığı bazı efsanelerin, özellikle Sümerler’de yer alan Tufan efsanesinin, Tevrat ve Kur’an’da da yer aldığını fark etmiştir. Bu durum, dini öğretilere karşı sorgulayıcı bir tutum geliştirmesine sebep olmuştur. Milattan önce 3000 yılına ait olduğu düşünülen bu efsane, Dursun’un aklında bazı sorular doğurmuş; teist inançların tarihi bağlamda sorgulanmasına yol açmıştır.
Efsanelerin Kutsallıktaki Yeri
Dursun’un dikkatini çeken başka bir konu, Hammurabi Yasaları olmuştur. Bu yasaların, Tevrat’ta bazı maddelerinin birebir geçtiğini ve daha sonrasında Kur’an’a da yansıdığını gözlemlemiştir. Bu durum, Dursun’un inanç sistemindeki çalkantıları daha da artırmış olup, inançlarına dair derin bir sarsıntı yaşamıştır. Efsaneler ve kutsal kitapların iç içe geçmiş olmasının, Dursun’un inanç dolayısıyla yaşadığı daralmayı artırdığını söylemek mümkündür.
Sorgulayıcı Bir Zihniyetin Gelişimi
Dursun, bu keşiflerle birlikte sıradan bir müslümandan ziyade, inançlarını sorgulayan bir düşünür kimliğine bürünmüştür. Hıristiyanlık, Yahudilik ve diğer dinler hakkında yaptığı çalışmalar sonucunda, bu inanç sistemlerini tanıma fırsatı bulmuştur. Kendi inanç anlayışının sınırlarını zorlayarak, bu dinlerin kökenleri hakkında daha derin bilgi edinmeye çalışmıştır.
Efsanelerin İnsani Yönü
Dursun’un araştırmaları sırasında karşılaştığı efsaneler, insanlık tarihinin nasıl şekillendiğine dair önemli ipuçları sunmaktadır. Bu efsanelerin, sadece kutsal metinlerde değil, aynı zamanda insanların dünya görüşlerini ve yaşam biçimlerini nasıl etkilediğini keşfetmeye başlamıştır. Tufan efsanesi gibi tarihsel öykülerin, inanç sistemlerindeki köklü değişimlerin temel taşları olduğuna inanır.
Din ve Bilim İlişkisi
Dursun için bilimin, inançların ötesine geçme ve daha geniş bir perspektifle bakabilme yeteneği sağladığını ifade etmek mümkündür. Bu durum, Dursun’un inançlarda devrim yaratmasına ve kendisini inançsızlık olarak tanımlamasına neden olmuştur. Bilimsel kesinlik, inançsal belirsizliklerle çeliştiği noktaları ortaya koymuştur. Bu bağlamda, bilimin sunduğu bilgilerin inançlar üzerinde yarattığı etki önemli bir tartışma konusu olmuştur.
Dini Metinlerin Yazılışı ve Etkileri
Dursun, karşılaştığı bu yazılı metinlerin tarihsel bağlamda nasıl oluştuğunu ve zaman içinde nasıl değiştiğini sorgulamıştır. Kutsal metinlerin yazılış süreçlerinin insanlardan bağımsız olmadığını, insan kültürlerinin, toplumlarının ve sosyal dinamiklerinin bir yansıması olduğunu kabul etmiştir. Bu durum da inançlarını sorgulama yolculuğunda, sentezleme ve analiz etme konusunda onu güdülemiştir.
Sonuç Olarak Dursun’un Yolu
Dursun’un inanç devrimi ya da inançsızlık olarak ifade ettiği süreç, bir yandan bilime duyduğu özlem, diğer yandan ise tarihsel gerçeklerin ortaya çıkardığı sonuçlar üzerinde şekillenmiştir. Bu dönüşüm, aynı zamanda insanların inançları konusunda ne kadar güçlü bir sorgulama yapabileceklerine dair önemli bir örnek teşkil etmektedir. İnançların sorgulanması, tarihsel ve bilimsel bakış açılarıyla ele alındığında, yeni anlayışların doğmasına olanak tanımaktadır. Dursun’un yolculuğu, bir bireyin inancını sorgularken karşılaştığı zorluklar ve yeni ufuklar açma cesaretiyle dolu bir hikaye olarak hafızalarda kalacaktır.
Saygıyla anıyoruz…