Hep Kendimizdir Takılıp Kaldığımız, Başkalarını Anlatmak İçin Bile Çıksak Yola…
”Kim yüzde yüz haklı olduğunu söylerse bilin ki o dünyanın en aşağılık kişisidir.” (Adını şimdi anımsayamadığım bir yazar.)
Ben de siz varsınız siz de ben.
İlla düşecekseniz eğer bir yere bence kendi üzerinize düşün derim. Başkalarını kendi üzerinizden anlatırsanız eğer, o da belki, dinlenirsiniz. Belki demekten kastım şudur; dünyaya insan, başkalarını dinlemek için gelmemiştir ve mümkünse asla dinlemek istemez. Dönüp bakın geçmişinize, çocukluğunuzu anımsayın bir an, ne dediğimi daha iyi anlarsınız. Bana hak verir ya da vermezsiniz hiç umurumda değil, bonus mu kazanacağım, yazıyı sevdiğim için yazıyorum zaten. İnsanın hiç kendisinden iyi , konu mu olur? Bakın, çok daha ayrıntılı ve etraflı düşünürseniz eğer bir insanın diğer insanlarla farklı, benzemeyen yönlerinden daha çoktur benzer tarafları. Bu yüzden galiba Freud demişti, bir insanda olan her insanda vardır. Şimdi hep birlikte ideolojik dayatmaların sözlerine ayakta alkış (!) tutabiliriz.
Tam konunun burasında Melih Cevdet Anday‘ın Felsefesiz yaşamak adlı kitabında anlattığı şu küçük olayı aktarmanın yerinde olacağını düşünüyorum.
- ”Bir gün Hulusi beye, otomobil kullanmayı bilir misiniz diye sordum.
- Hulusi Sönmez, hayır efendim dedi, ben çok güzel asansör kullanırım.”
Amacı başarmak ve güzelliğe ulaşmak olan bizlerin, mücadele vermekten gerektiğinde didişmekten dahi kaçınmamalıyız. Ancak, bunun geri dönülmez noktalara varmasına, engel olmasına da asla izin vermemeliyiz. İnsan, yaşadıklarından mutlaka çıkarım yapmalıdır. Ne yapalım öyle oldu deyip geçmemeliyiz. Ne var ki bu mücadele hatta didişme asla tepişme noktasına gelmemelidir.
Bilir misiniz dostlarım, eşeklerin en büyük hazzına tepişme adı verildiğini? Mücadele etmekten, kendimizi olduğu gibi ortaya koymaktan asla vazgeçmeyelim ama bunun tepişme durumuna gelmesine de izin vermeyelim.
İnsan neyse aslında tam tersinden kendini hayata sunuyor. Böyle düşünmeme sanırım gene aynı kitapta Melih Cevdet’in aktardığı sözler dayanarak böyle yazıyorum :
”Mozart’ın yaşam öyküsünde bir anekdota rastlamıştım, ‘En çok hangi müziği seversiniz sorusuna, üstadın, ”aslında ben müzikten hoşlanmam” demesi.
Başkalarıyla sorunlarınız büyüdüğünde özellikle sorundan kaçmayın mutlaka üzerine gidin ama kalbinizde o kişiyle ilgili duyumsadıklarınız asla unutmadan, gidin!
Unutmamalıyız sanırım; hayatta nereye varırsak varalım asla düşündüklerimizden başka bir yer değildir orası. Eğer, arada köprüleri atıp yıkmamışsak her zaman konunun öznesinin kendimiz olduğunu da hiç değilse bu yüzden bile bilmeliyiz. Karşınızdakini asla suçlamayın! Yeterince tüm dünya zaten suçluyor. Boğazımıza kadar suçlandığımız yeter, artık! Sanki çoğumuz suçlu doğmuşuz.Hepimiz, itildiğimiz kendi hapishanelerimizde bildiklerimiz ve bilmediklerimizle baş başa ‘hayatta kalıyoruz yalnızca.’
Şimdiki gençliği asla suçlamak eski küflü kafalara benzememek gerekiyor. Onun için, gençleri bilmedikleri için suçlamak yerine, kendimizi onlara değerlerimizi tanıtmadığımız için suçlamalıyız. İşin başı ve sonu kendimizde saklı. Ne güzel şarkılar vardı gençliğimizde diye düşünmeden edemiyorum; şimdiki gençlerin çoğunun hatırlamadığı, Moğolların seslendirdiği : Bir şey yapmalı gibi güzel şarkılar.
Evet , evet her zaman aklımızdan çıkmayacak bir şarkı olmalı, şimdi bir şey yapmalı. Ama ne yapmalı?
Belki de bu yüzden özellikle sıkıştığımız, içinden çıkılmaz an ve zamanlarda aklıma ilk bu şarkının sözleri gelir. Sokağa çıkar tek başıma yürürüm ve düşünürüm. Her şeyin başına önce kendimi koyarım. Bunu yaptığım zaman kendi kendime şunu söylerim ,oğlum şimdi tüm yaşadıklarını baştan düşün ama başına sorun çıkanı değil, kendini koy! Çünkü iyi veya kötü, hayatta başınıza gelen tüm ”şeyler”in kahramanı veya sorumlusu sizden başkası değildir. Bunu anlamak için, en iyi örnek sık sık karşılaştığımız ceza yasasını hatırlamalıyız.
Suç, söz konusuysa siz yargılanırsınız. Meşru ve gayri-meşru diye söylenen ceza yasasını bilmenin, yaşamanın en az zararları kadar faydasını görmüş olmakla övünecek değilim, ama asla dövünmediğimi de bilmenizi isterim. İnsanın tüm öğrendikleri mutlaka bir gün işine yarar, önemli olan ölüp gitmeden bunların farkına varıp anlamaktır.
Bir kişi ve dünya birbirinin içindedir. Ne olduğu kadar asıl düşünülmesi ve önemsenmesi gereken bunlar olduğu zaman, sizin nelerle ilgilendiğiniz ve konuya ne kadar önem verdiğinizdir. Tek kişi ve öncelikle pek tabii ki siz, hayatın baş kahramanısınız! Her sorun çıktığı zaman ilk aklımıza gelmesi gereken bu söz olmalı diye düşünüyorum. Siz yoksanız da dünya döner ve yaşar ama siz olmadığınız için artık bir sorunun sizi etkilemesi söz konusu değildir.
İnsan, öncelikle ne yaparsa kendi için yapar. İyi ve kötülerin en küçüğünden büyüğüne kadar hep böyledir. Bu yüzden de öncelikle kendimi ve sizi sıkıcılığın isteksizliğine düşürmeden konuya eski bir anımı katmayı da sonraki yazıya saklayayım.
Her zaman kötünün daha kötüsü olabileceği gibi çok daha iyisi de vardır . Her şey ama her şey bizlerin ellerindedir.
Çünkü her kötülüğün başı sıkıcılık ve biteviyelikten doğar Eğer hayatta umut olmasa, tüm kötülük ve çirkinliğe karşın hala yaşamaya çalışmazdık değil mi?
Tüm kalbinizden geçen güzelliklere varmak için, gördüğümüz, yaşadığımız felaketlerin içimize sinmesine izin vermezsek eğer, tüm acılarımızı dindirecek kadar da güçlü olduğumuzu fark etmenin ötesinde bilincine varırız sanıyorum ve diliyorum dostlar. Yeni bir yazıda görüşmek üzere .