Başkent’in soğuk bir akşam üstü…
Karanlık her yere çökmüş, ben sokaklarda dolaşıyorum. Gölbaşı tarafındaki eve, daha yeni taşınmışım.
Evin duvarlarında garip anlamsız yazılar var! Kuş evi, bilmem ne odası! Pek anlam veremedim, üzerinde de fazla durmadım.
Badana yaptırırım, olur biter diye düşünmüş olmalıyım! Acelemiz var… Bir an önce tutalım dedi, arkadaşım ‘’ Oldukça ucuz, bu fiyata kentte ev bulmak zor’’ diye, ekledi. İşim, kentten uzaktı. Sabah akşam birer saatlik yolculuğum var! Yeni ev ile birlikte zamandan tasarruf yapacak, böylelikle kalan zaman içinde, kenti daha çok gezebilecektim. Gezmeye zamanım olmadı desem, yeridir…
Akşam üstüydü…
Arkadaşım geldi. Yanında gençler vardı. Misafirimiz var, dedi içeri girerken, biraz burada kalsınlar olur mu?
– Olur, dedim.
Sonra baktım, evde yiyecek içecek pek bir şey yok.
– Aç mısınız ?
– Açız dediler… Ama fazla bir şeye gerek yok. Ne varsa olur!
– Yok dedim, olur mu? Hemen çıkar bir şeyler ayarlarım.
Karanlık iyice bastırmış, kent sessizliğe bürünmüştü.
Yürüdükçe sanki çevremde birileri de benimle yürüyor gibiydi. Dönüp baktığımda, kimseleri görmüyorum!
Sanki, birileri ben dönüp baktığım da, hemen bir ağacın arkasına saklanıyorlar gibi bir gece! Hayal görüyorsun, diye sesleniyorum kendime! Ama o günler böyle günler! Kırk yıl öncesi düşünün bir kez!
68’lerden bahsediyorum!
Alışverişi yapıp, dönüyorum…
Aldıklarım arasında çorba var.
Misafirlerden iri yarı olanı mutfağa geçiyor. Karadenizli havası var! Az konuşuyor ama yöresel konuşuyor. Laz belli!
Tencereye suyu koyuyor. Çorbanın malzemesini, bir kap içinde eritip, sonra ısınan suya katıyor, başlıyor karıştırmaya…
Bir de türkü tutturuyor…
Ağıt gibi bir şey! Dokunaklı bir havası var. Bir diğeri de eski pikap’a plak koydu. O daha kasvetli… Selda’nın Mahpushane Çeşmesi!
Çorbanın pişmesi uzun sürüyor… Tabaklara dağıtılıyor. Herkes, sessizce kaşıklıyor.
Sıcak, üfleniyor. Arada konuşmalar oluyor.
– Evi ne zaman tuttunuz? Arka çıkışı var mı?
Misafirleri getiren arkadaşım ile memleketten tanışırız. Lise takımında basket oynuyordu. O zamanlar fazla bir samimiyetimiz olmamıştı.
Bu kente geldiğimden beri, zaman zaman görüşür olduk. Ne de olsa aynı kentteniz! İnsanın bir sıkıntısı olur, bir derdi olur…
Hemşehri’si insanın can yoldaşıdır.
Çorba nasıl olmuş beğendiniz mi diye sordu, Laz şivesi olan genç adam. İri yarı mert bir görünüşü vardı. Bıyıkları aşağı kıvrıktı. Sakin görünüyordu.
Sanki yaşamdaki tek işi çorba pişirmekdi. Öylesine ağırbaşlı ve düşünceli…
Çorbanın güzel pişmesi çok önemlidir, gibi bir bakışı vardı!
Güzel olmuş eline sağlık, dediler.
Çorbadan sonra yemeklere geçildi. Onlar da, çabucak bitti.
Pikap’ta, Mahpushane Çeşmesi devam ediyordu! Belki yirmi kez, olmuştu.
Bittiğinde, birisi kalkıp yerinden büyülenmiş gibi, zorunluymuş dinlemeye gibi, yeniden koyuyordu.
Sanki; sözü diğerlerinden daha çok dinlenir olanı, Onu da tanıyormuşum gibi bir his vardı içimde. Gazetelerde resmini görmüşüm, sanki!
– Yeter, dedi. Dikkati çekeceksiniz!
Ellerini yıkadılar… Sofradan kalktılar! Gecenin geç bir saati vedalaşıp evden çıktılar. Anladığım, evi güvenli bulmamışlardı!
Ertesi gündü… Gazetede resimlerini gördüm!
‘’ Her yerde aranıyorlar’’ diye bir başlık!
Selimiye Kışlasında bir akşamüstü…
Çorbanın yapılışını anlatıyordum!
Gece yarısı alışverişini, ağaçların arkasında gölgeler görüşümü!
Puslu bir geceydi diye devam ediyordum.
Sonra, O iri yarı gencin çorbayı , özenle hazırladığını, servis yaptığını…
Koğuşta, kırk kişiye yakındık!
Kimseden çıt çıkmıyor pür dikkat dinliyorlardı.
Ben o ilginin neden olduğunu çok anlamadan devam ediyordum!
Sonra anlatı bitmiş, dağılmıştık.
Ertesi gün, koridorda turluyorduk her zaman ki gibi.
Sarışın kısa boylu genç adam, dinleyiciler arasında o da vardı.
Onun için işkencede konuşmamış adam, derlerdi.
Bu niteliği ile oradaki herkesin gönlünü kazanmıştı…
Yanıma yaklaştı. Koluma girdi.
Beraber yürümeye başladık.
Bir şey söyleyecek ama nereden başlamaya karar verememiş gibiydi!
Koridorun sonuna geldiğimizde pencere kenarına çekti!
– Çorbayı nasıl yaptığını bana bir kere daha anlatır mısın?
Ben, başladım çorba tekrarına!
Bittiğinde, gözleri yaşla doldu!
Ağladığını gördüm! Sakladı gözlerini.
Başını çevirdi.
Beni orada bırakıp hiçbir şey söylemeden uzaklaştı…
Hakkı Gümüştaş
Cihangir 25 Şubat 2018