İlgi çekici görünümleri olmayan bir kadınla, bir adam sohbet ediyorlardı. Adam kadına “Çok güzelsin” dedi. Kadın, “Keşke sen de yakışıklı olsaydın da ben de sana güzel sözler söyleyebilseydim.” diye cevap verdi. Bu sefer adam, “Önemli değil, sen de benim gibi yalan söyleseydin.” dedi.
Belki bu karşılık bulmayan pembe bir yalandı. Ama kabul gören simsiyah yalanların havada uçuştuğu, bir dünyada yaşıyoruz. Bazı esnaf, yalan söyleyerek malına değer kazandırmaya çalışıyor. Malının kalitesi yüzünden değil, yalanı sayesinde müşteri bulabiliyor. Mutlaka bu sözler, tüm esnaf için geçerli değil. Kaliteyi ve dürüstlüğü ilke edinmiş esnaflar da var. Yanıltıcı ve abartılı her reklam, müşteriye söylenmiş bir tür yalandır. Almazsan bir daha bulamazsın, daha ucuzu yok gibi afişlerle mal satmak, yalanı afişe etmekten başka bir şey değildir. Şüphesiz en fazla müşteri toplayan yalan, mağazaların indirim etiketleridir. Eksik tartan, defolu ve hileli mal satan esnafın tavrı daha farklı bir yalandır. Zaten fırsatçı, vurguncu ve dolandırıcı olanları esnaftan saymak, esnaflık hukukuyla bağdaşmaz.
Siyasi partiler, propaganda döneminde adeta yalan söyleyerek oy topluyorlar. Meydanlarda vaat ettiklerinin çoğu unutulup gidiyor. Vaatleri hatırlatılınca, pişkinlikle başka bir yalana sığınıyorlar. Biliyorlar ki seçmenin tercihi saplantı haline gelmiş. Sağ veya sol seçmen fark etmiyor, at gözlüğü takmış gibi hepsi yalnız kendi yolunu görüyor.
Suçlu olduğunu bildikleri halde bazı avukatlar, mahkeme huzurunda yalan söyleyerek müvekkillerini savunuyorlar. Tabii ki avukatların hepsi böyle değil. Müvekkilinin suçlu olduğunu anlayınca, davadan çekilen avukatlar da var. Mafyanın ve suç makinesi haline gelmiş zanlıların, türlü yalanlarla savunmasını yapanlar da var.
Sendikalar çalışanlara yalan söyleyerek, onları avutuyor. İşveren kazanmıyoruz yalanı ile işçisinin maaşına beklenen düzeyde zam yapmıyor. Her sendika, bir siyasi partinin arka bahçesi haline gelmiş. Hükümetin maaşlara yapacağı zammı, çok bulan sendika başkanı bile olmuştu.
Basın öteden beri, kendi siyasi görüşüne göre yayım yapıyor. Köşe yazarları ve yorumcular objektif olamıyor. Televizyon kanalları, yandaş ve muhalif olarak bölünmüş. Her birisi, gün boyu bir siyasi partinin propagandasını yapıyor. Gerçekleri karalayıp, kendi doğrularını millete kabul ettirmek için her türlü yalanı söylüyorlar.
Hepsi bu kadar mı, tabii ki hayır. Çoğu kez farkına bile varamadığımız, bir yalan sarmalı içerisinde yaşıyoruz. Üstelik yalan, bu dünyada yeni bir olgu da değil. Eskiler boşuna “Yalan Dünya” dememişler. Sosyal ilişkilerimize kadar, yalan batağına saplanmışız. Mutlaka yalan söyleyenler kadar, bu yalanlara inananların da kabahati var. Nihal Atsız‘ın yıllar önce yaptığı tespitler, geçerliliğini hiçbir zaman kaybetmeyecek gibi duruyor.
“Fahişeler vardır, namustan bahseder. Kanaatini ve kalemini satmışlar vardır, vicdandan dem vurur. Vurguncular vardır, ağızlarından fazilet sözü düşmez. Çifte pasaportlular vardır, vatan diye haykırır. Palikaryalar vardır, kahramanlık iddia eder. Bazı iyi niyet sahipleri de bunların hepsine inanır. Gel de bu insanların arasında huzur içinde yaşa.”
Sağlık ve huzurla kalın.