Ortaca Katliamı, Cumhuriyet dönemi boyunca karanlıkta bırakılmış Alevi kıyımlarından biridir. Muğla’nın Ortaca ilçesinde 5–16 Haziran 1966 tarihleri arasında gerçekleşen, Türkmen Alevilere yönelik saldırılarla dolu bu 12 gün boyunca kaç kişinin hayatını kaybettiği hâlâ net olarak bilinmemektedir.
Katliamın kökleri, aslında daha önceye, 1940’lı yıllara kadar uzanıyor. 7 Temmuz 1942’de Başbakan Refik Saydam’ın ani ölümünün ardından 9 Temmuz’da kurulan Şükrü Saraçoğlu Hükümeti, aynı yıl başlayan kışkırtmalarla birlikte 11 Kasım 1942’de Meclis’te oy çokluğuyla Varlık Vergisi yasasını çıkarır. Bu vergi, özellikle gayrimüslimlerin sırtına kaldırılamayacak bir yük bindirmiş, birçok kişi bu vergiyi ödeyememiştir.
27 Ocak 1943’te vergilerini ödeyemeyen gayrimüslimler, Eskişehir/Sivrihisar, Erzurum/Aşkale gibi bölgelerde kurulan çalışma kamplarına gönderilir. Aşkale’ye gönderilen 1229 mükelleften 21’i, kötü koşullar nedeniyle yaşamını yitirir.
Bu dönemde kamplardan biri de Muğla/Dalaman’da kurulur. Ancak burada kamp kurulması için bölgede yaşayan Tahtacılar yerlerinden edilir. Önce yakındaki Fevziye köyüne, oradan da bugün Ortaca olarak bilinen, o zamanki adıyla Oritenya olan bataklık bölgeye sürülürler.
Ortaca’nın oluşumu ve bölgenin önemi
Bu bataklık alan, Tahtacı Türkmenlerin emeğiyle tarıma elverişli hâle getirilir; nüfus artar, bölge zenginleşir. Böylece Ortaca ilçesinin temelleri atılır. “Ortaca” adının, Fethiye ve Muğla arasında tam ortada bulunmasından geldiği söylense de, asıl kaynağın Oritenya isminden türetildiği düşünülür.
Ortaca’nın nüfusu, ağırlıklı olarak Dalaman’dan sürgün edilen Alevi Tahtacı Türkmenlerden oluşmaktadır.
Gelişen gerginlikler ve çatışmalar
Ancak 1960’larda, Fevziye köyüne çok yakın olan ve o dönemki adıyla Kızılyurt olan Güzelyurt bölgesindeki Sünni nüfustan bir ağaya, devlet tarafından Fevziye ile Ortaca arasındaki büyük bir arazi verilir. Karşılığında, Fevziye’deki bataklığın kurutulması gerekmektedir. Ancak ağa bu görevi yerine getirmez.
Bu süreçte, Tahtacı Türkmenler ile Nurcu Sünni aşiret arasında gerginlik başlar. Küçük çaplı kavgalar ve sataşmalar büyüyerek, çatışmaya dönüşür. Nazmi Yavuz isimli ağa, adamlarını toplayarak pamuk toplamaya giden Alevi kadınlar ve çocuklara saldırır; bazılarını hasırlara sararak **Dalaman Çayı’**na atar.
Nazmi Yavuz, “Aleviler camilerimizi yıkıyor” yalanını yayarak, din kisvesi altında “yeşil bayrak” açar ve 16 Sünni köyünü birleştirir. Hedef açıkçadır: Alevi Türkmenleri bölgeden kovmak ve toprağa tamamen el koymak. “Bu topraklar bizimdir, tahtacılar dağlarınıza dönün”, “Bir tahtacı öldüren cennetliktir”, “Alevilerin namusu olmaz” gibi sloganlar eşliğinde 5 Haziran 1966’da yaklaşık 1000 kişilik silahlı grup Ortaca’ya yürür.
İlk hedefleri bir sinema salonudur. Sinemayı basıp içerideki iki kadına tecavüz eder, ardından salonu içindekilerle birlikte yakarlar. Ortaca’nın ilk belediye başkanı Ziya Çavuş makamında yakalanır, zorla saç ve sakalı kesilir, istifaya zorlanır; yerine saldırganlarca Sünni bir isim atanır. O günden sonra Aleviler, bir daha belediye başkanı olamamıştır.
Hiçbir güvenlik gücü müdahale etmez. Alevi halk, saldırılara hazırlıksız yakalanır, kaçmaya çalışır.
12 Haziran’da, odun toplamaya giden bir Alevi aileye dört kişi saldırır. Erkekler ağaca bağlanır, kadınlara tecavüz edilir. Ertesi gün bu olayı öğrenen Aleviler, ağanın köyüne baskın yapar; çatışmada bir Sünni ölür. Ardından baskılar daha da artar. Devlet yine sessiz kalır. Ne Muğla Valisi Hasan Basa, ne İçişleri Bakanı Mehmet Faruk Sükan, ne de Başbakan Süleyman Demirel müdahale eder. Aleviler silahla nöbet tutmak zorunda kalır.
16 Haziran’a dek süren bu kanlı süreçte çok sayıda Alevi Tahtacı Türkmen ya bölgeyi terk eder ya da silahlı savunmaya çekilir. Bugün hâlâ bu korkunun, sinmişliğin izleri bölgede sürmektedir.
Kaç kişinin öldüğü hâlâ bilinmemektedir. Bu karanlık tarih, ülkenin Alevi yurttaşlarına karşı işlenmiş büyük bir suç olarak tarihe geçmiştir. Bu katliamda bir günde bini aşkın insan nasıl silahlandırıldı? 10 kilometrelik yürüyüşte neden hiçbir emniyet tedbiri alınmadı? 12 gün süren olaylara neden müdahale edilmedi?
Yetkililerin açıklamaları vahameti açıkça göstermektedir:
- Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay: “Türkiye laiktir. Sünnilik-Alevilik yoktur, halkın inancını kendi belirleyebilir.”
- Başbakan Süleyman Demirel: “Olaylar münferit vakalardır.”
- İçişleri Bakanı Mehmet Faruk Sükan: “Türkiye’de kesinlikle mezhep kavgası olamaz.”
- Muğla Valisi Hasan Basa: “Mezhep çatışması yoktur. Tecavüz iddiası olayla ilgisi olmayan bireysel bir vakadır.”
Bu açıklamalar, olayların nasıl üzerinin örtülmeye çalışıldığını açıkça gösterir. Ne kadar insan katledildi, kaç kadına tecavüz edildi, kaç kişi göç etmek zorunda bırakıldı—hiçbirinin kaydı tutulmamıştır.
Ortaca Katliamı; hazırlığı, uygulanışı ve sonuçlarıyla Malatya, Maraş, Çorum ve Sivas’ta yaşanan Alevi katliamlarının habercisi ve benzeridir. Aynı merkezden yönetildiği izlenimini kuvvetle vermektedir.
Bir daha böyle katliamların yaşanmaması dileğiyle…
Bu katliamla ilgili internette erişebildiğim bilgileri paylaştım. Eğer araştırma yaparak farklı kaynaklara ulaşan arkadaşlar olursa, birlikte paylaşmak isterim.
Aşk ile,
Hasan Aygün