Yüz Sene Evvel Geldiler
Yüz sene evvel geldiler
Yüzü dökülmüştü ülkenin
Güneş hastaydı, ay-yıldız yastaydı
Ve ağlamaktan şişmişti gözleri bulutların
Kesik, kesik iç çekiyordu Tanrı Gök
Siyah çığlıklı mateme gebeydi Tanrıça yer
Gözleri önünde dünya denen gezegenin
Üstünde oynayan siyah sömürgen çizmeler
Tepiniyordu karnında, yırtıyordu haritasını Anadolu’nun,
Batıyordu ökçelerindeki çiviler
Kalbine bu güzelim memleketin
Yüz sene evvel geldiler
Öne düşmüştü kaplan gibi
Sonbahar saçlı bir adam
Dalgalanıyordu denizlerin isyanı gözlerinde
Ve bir şelale gibi çağlıyordu sözler dilinde
“Vakit yok, toplanın toplanın
Kaderi değil ayrılık bu toprağın”
Eylül’dü, solmuştu hürriyetin gülü
Öylece duruyordu bir kentin
Ortasında meydanların mağrur hüznü
Çıplak tepeleri binbir dert ile yüklüydü
Ve hatıra defterinde sayısız türkü.
Geçmişin İzleri ve Millî Mücadele
Geçmiş zaman dilinde yükseliyordu
İhtiyar Selçuklunun çift başlı minaresi
Ve Mavi Bakışlı Gök Medresesi
Tarihin gözlerinde sürüyordu
“Süzüyordu karşısında”
“Mavi gözlü dev adamın”
Bağımsızlık için bastığı ayak
Altında asi başını toprağın
Ve pencerelerini Kongre Konağı’nın
Sene bin dokuz yüz on dokuzdu
Eylül’dü, hüzünlüydü gözleri memleketin
İyileşemezdi yatarak sarı yüzlü hasta
-Ülkenin derdine bulunurdu elbet derman-
Yazdı reçeteyi Selanikli doktor, Sivas’ta
“İlaç” dedi o bilgin adam “İlaç, İrade-i Milliye
Oysa manda, mandallamaktır ülkenin eteğini
Çürür ip, kopar atlas, ayaklar altına alınır
Asil ruhu yurdumun kanar,
Son sözüm budur, başka çare yoktur
İstiklal, İstiklal! Hey! Heyet-i Milliye
Mavzerinde taşımalı onu Kuvay-i Milliye.”
Yüz sene evvel geldiler
Durur muydu Mustafa Kemal
Kalbi baştan başa haritasıydı Türkiye’nin
Yanıyordu ruhu aşkıyla memleketin
Geldiler yüz sene evvel
Ortasında ülkenin, meydanında Sivas’ın
Özgürlüğün ateşini yaktı gittiler…
Ağustos 2019
Nurbani Kablan