USD39,12
%0
EURO44,37
%0.22
EURO/USD1,13
%0.02
BIST9.177,70
%-0.39
Petrol64,33
%0.02
GR. ALTIN4.133,18
%0
BTC0,000000
%0
Cemil Uçar
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Kontağı Kapatmaya Çeyrek Kala (Yazılması Zorunlu) Hikaye Ve Tumay Abimi Anmak

Kontağı Kapatmaya Çeyrek Kala (Yazılması Zorunlu) Hikaye Ve Tumay Abimi Anmak

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Tümay Özüak, Eşsiz ve Ölümsüz Abimi Anarken…

Başlangıç

Bundan kırk yıl önce tahliye olduğumda — on yıllar sonraları anlayacağım üzere — ülkemiz siyasetinin kapı arkası en önemli başrol oyuncularından biri olan bir milletvekili (B.A.) tarafından tanıştırıldım. O zaman hiç kuşku duymadan, ne bu kadar sevebileceğimi, ne de unutamayacağımı  düşünmemiştim.

 Ne yazıya ne romana ne de filmlere sığmayacak dolu dolu bir on beş yıl yaşadık. Hiç unutmam, bir söz söylemeden aldığımız direksiyon fabrikasına beni ortak etmişti ve şöyle demişti:

“Bir sen, bir ben ve asla kim olduğunu sormaman gereken üç ortağız.”

İki can ciğer ve sözde kim olduğunu bilmediğim üçüncü ortak ile yıllarca, kağıt üzerinde tek bir imza atmadan, ama çok imza atanlardan daha şeffaf ve dürüst ortaklık yaptık. Müşteri çeklerini bile özellikle benim almamı, bana getirilmesini söyleyerek, aklıma yanlış bir düşünce ve kalbime en küçük kuşku düşmesine izin vermeyecek kadar hassas ve düzgün bir adamdı.

Oligark ve Tanışma

İkiimizi yan yana getiren — siyasetçi ve o zamanlar pek tabii ki bilmediğim — ‘Oligark’ beyefendi, zor anlaşılacak ve özetlenecek sözleriyle beni Tümay abiye şöyle tanıştırmıştı:

“Tumay, sen de olanlar arkadaşta yok! Onda olanlar da sen de yok! Haydi, göreyim sizi, gelin yan yana, güçlerinizi birleştirin ve çözün şu işleri, göreyim sizi.”

Bu konuşma yaklaşık beş dakika sürmüştü. Öncesinde, B.A.’nın odasında yaklaşık bir saat süren bir konuşmayı gerçekleştirmiştik. Hatta, Tümay abi odada diye ben konuşmak istememiştim. Beyefendi, “Lütfen, Tumay benim çocukluk arkadaşım ve gizli saklım yoktur, ondan rahat ol,” diyerek beni cesaretlendirmişti.

Bu konuşmadan sonra sanırım, Anap Genel Merkezi’nden Tumay abiyle birlikte çıkmıştık.

Bir yemek yiyelim mi diye bana sordu. “Olur, Tumay Bey,” dedim. Sıradan bir restoran sanıyordum; ama gittiğimiz yer, köşk gibi oldukça lüks bir mekandı. İlk dikkatimi çeken, her masanın ötesinde, uzak ama gösterildiğinde görecek ve konuşulanları asla duyamayacak kadar mesafede duran, şık ve disiplinli, papyon ve kravatlı garsonlardı.

Yanımda da şu an ayrıldığım eşim vardı.

Hiç unutmam, cebimizde iki gün orada kalacak paramız vardı. Ev sorunu yoktu çünkü rahmetli dayım Necati Balıkçı, Ankara Cebeci’de oturuyordu ve çocukluğum, adeta onların yanında geçtiği için beni çok sevdiklerinden, misafir etmekten büyük mutluluk duyacaklardı. En küçük kuşkum yoktu. Ne var ki Tumay abi öyle profesyonelliğin ötesinde sıcaklıkla davrandı ki buna ihtiyacımız olmadan bir akşamlık görmeye gidip oradan da İstanbul’a dönmüştük.

Hiç kuşkusuz bazı anılar eskidikçe daha da değerli ve kendinden tat alırlar tıpkı yıllanmış şaraplar gibi…Ancak bir o kadar da insanı iç çektire, çektire sarhoş ederler. Hiç fark etmez ister hüzün dolu anılar olsun isterse sevinç ve muştu dolu anılar olsun, yanınızda yoksa sizi ve herkesi terk edip gitmişse söz konusu kişi, sözün kendisi için bittiği ölüm denilen köy de söz ardında kalmışlara düşmüştür artık.Ne mutlu ki hiçbir anlamda düşmeden göçüp giden cesur ve onurlu insanlara.

Öyle yaşayan Goethe’nin dediği gibi, ”etinden kemiğinden bir heykel yaratan” adamdı Tumay Özüak.

 Getiren Söyleyendir
(Söz taşıyanlar için.) Tümay Özüak.  

İyi yerdeyiz, iyi yerdeyiz derdi Tümay abi.
Rahmetli Poyraz da:

“Evet abi, iyi yerdeyiz, iyi yerdeyiz” der ve eklerdi, Poyraz’da “Fatih’in İstanbul’u aldığı yerde Fatih‘teyiz.”

Bunun üzerine Tümay abi;
“Yahu Poyraz, hem iş ustasınız, hem de söz ustası demek ki, başınız dertten hiç çıkmayacak. Lakin hiç de tehlikeli gibi görünmüyorsunuz?”

-Biz tehlikeli değiliz ki abi, çünkü kaybettik.

-Ne yani biz mi tehlikeliyiz?

-Hayır abi, siz güçlüsünüz!

Umarım yazı günlerini noktalamadan, daha genişçe ve olabildiğince açıkça yazabilirim. Ancak şu kadarını şimdi belirtmeliyim ki ilk  tanıdığım zaman aramızda geçen diyaloglara asla benzemeyen bir adamdı. Unutamadığım bir sözü ilk sohbetin başında söylemişti, ”Sen Sosyalist’sin ben de ben de Sosyalist değilim ama Sosyalist’lerin idealistlerinin hayranıyım. Biz anlaşırız seninle.”

O zamanlar hiç kuşkusuz anlamamıştım ne dediğini; zamanla tanıdıkça anladım. Özellikle ilk zamanlarda, yemekte şarap için benden ve hanımdan izin istediğinde terbiyesiyle ilk olumlu ışığı yakmıştı içimde. Çok uzun zaman geçmeden, “Ben de İstanbul’da Moda’da oturuyorum, şu kartımı al önce lütfen bana, arkadaşlarınla uğra!” demiş ve eklemişti; “Lütfen çekinme, bu memlekette konuşurlar, konuşurlar vaatte bulunurlar ama halin nice diye sormazlar.”

Neden ettiğini çok az sonra anlayacaktım. Hanıma doğru dönerek, “Oya Hanım, sizden bir istirhamım olacak, eşiniz Beyefendiyle beş dakika lobide, baş başa konuşmak için, bize izin verir misiniz?” dedi. “Tabii, ne demek, estağfurullah,” dedi hanım.

Lobiye geçtiğimizde, Tumay abi, şunun için izin istedim dedi: “İki Buçuk Milyon üzerinde yazan hamili çeki bana doğru uzattı. Elimde olmadan, ‘Abi, hayırdır kimi, kimleri vuracağım?’ dedim.”

Güldü ve “Ne ilgisi var yahu!.. Sen bu paranın kaç katını kazanacaksın? Bizler Batı eğitimi aldık, sizin gibi değerli insanlarla çalışmak için, tabii ki para vereceğim. Başka türlü bir çalışma şekli olabilir mi? Hadi, dönelim de masaya, yenge hanıma daha çok ayıp etmeyelim,” demişti.

Bu gün kolaylıkla iki üç daire satın alacak para idi, ancak paradan da daha önemlisi, parayı bana veriş şekliydi Tumay abiyi değerli kılan. Şu altmış yılı aşkın ömrümde gördüğüm tek dürüst ve saygılı adamdı.

Sonraları yıllarca çalıştıkDireksiyon Simidi fabrikasını aldık ve yıllarca ortak olduk. Yazının başında da söz ettiğim gibi, yazısız, imzasız yıllarca ortaklık yaptık. Gerçekten de, yıllar sonra iflasla da tanıştık. Ama dostluğumuz asla bozulmadı.

Ne kadar yazarsam yazayım, yıllar süren dostluğumuzu anlatmaya ne dil ne söz yetmez. Zaten bu yazının da konusu değil bunlar.
Yıldızlar yoldaşın olsun, abim. Seni hep saygıyla anıyorum.

Soruyorum kendime, sahiden çok mu yaşlandım yahu!..

Sonra hemen fark ediyorum; acıyı sadece yemeklere konulan bir tat zanneden eşeklerin, kendilerine saygıları olmadığı için saygısızlıklarının bile farkına varmadan itilip kakılıp sürünürler ve buna “yaşamak” derler.
Sırtlarına yük vurmayan hiç kimseye de bağlanamaz eşekler…

Ne Tumay abi, ne ben, bu eşeklerden olmadığımız için iyi anlaşıp, birbirimizi o kadar çok sevmiştik belki de.

Zamanım belki olmayabilir diye erkenden yazmak istedim. Umarım, umduğum gibi olmaz da, fırsatım olursa daha genişçe yazarım bu bilge dostumu.

Yıldızlar yoldaşı olsun dostumun. Şimdi, başka seveninden okuyalım Tumay Abi’yi.

 

 Sadullah’ın kaleminden Tumay Abi:

”İşte, bu satırları yazarken, kelimelerin ötesinde bir şey arıyorum; o, canlı bir fotoğraf gibi hafızamda beliriyor. Kardeşi Ünal Özüak’ın Facebook sayfasından aldığım birkaç anı, bana onun ruhunu tekrar hatırlattı. Çünkü elimde herhangi bir belge ya da kayıt yok; ne zaman veda ettik, ne zaman kayboldu, bilmiyorum.

Fakat bilmek istediğim ve içimin derinliklerinde hissettiğim şu: zaman, beraber gitti. Yalnızca anılar kaldı, sevgi ve hatıralar. Yine de, onun gölgesi, yüreğimde bir şemsiye gibi, yıkılmadan, dağılmadan duruyor.”Hayatımda, çocukluk baharında, ilk karşılaştığımda, Moda-Mustafa Çayırı’nda, o geniş ve bozkır gibi yanan, ateş gibi sıcacık yürekli adamın yüzü, hafifçe esen rüzgar gibi hafifçe yüzüme vurur. O zamanlar, yaşamın yoğunluğu ve gürültüsü arasında, saf ve temiz bir gülüşle, bana “ağabey” diyen o yumuşak ve içten insanı sonsuza uğurladım.

O, o kadar büyük ve içten bir dosttu ki, mahalledeki çocukların sevinçli sesleri ile, onun güler yüzü birleşir, adeta gökyüzündeki yıldızlar kadar parlardı. O, sadece bir ağabey değil, yaşamın gizli bahçelerinden bahseden, şimşek gibi güçlü, ama aynı zamanda hafif ve akışkan bir nehir gibi sakin ve akıllıydı.

Faruk Dolay Ağabey’in en yakın arkadaşlığında, şafak vakti gibi temiz ve saf bir sevgiyle birleşmişlerdi. Birbirlerini, çocukların hayallerindeki sihirli güçler gibi, koruyup kollayan, içten ve sonsuz bir bağla bağlayan iki büyük kalp…

Hatırlıyorum, o sıralar, hayatın ilk savaşlarında, güreş yaparken birlikte güldük, birlikte heyecanlandık. Güreş maçında, kucaklaşırken, onun güçlü kasları ve içten bakışlarıyla, sanki dünya duruyor, sadece o an ve biz vardı. Güçlü Herkül’e benzeyen yüreğiyle, bana yenilmemesi, içimde hafifçe bir gurur ve sevinç kıvılcımı yaktı içimde.

O, Saint Joseph lisesinin son sınıfındayken, ben ise Kmk Orta’da yeni başlangıçlar peşindeydim. Yıllar, o güzel insanları, rüzgâr gibi yollarımıza serdi ve aralarındaki bağ, zamanla, en sadık ve en derin kardeşlik ve dostluk haline geldi.

Oğullarımız, yavaş yavaş büyüyüp, hayatın renklerine karıştı; birbirlerine olan bağlılıkları, sevgiyle örülü, inci dizisi gibi sıralandı.

Hakşınaşlığı ve dürüstlüğü ile, içtenliğiyle, adeta bir yıldız gibi parlayan o güzel insan, ne sendikanın ya da işverenin gözünde görkemli değil, ama kalpten sevilen, içimizde derin izler bırakan bir kahramandı. Hilton Oteli’ndeki Personel Müdürlüğü’nden ayrılırken, dünya biraz daha acımasız, biraz daha eksik kaldı bana göre…

Hayat, bazen o kadar hızlı ve acımasız ki, onunla geçirdiğimiz zamanlar, sonsuzluk gibi gelirken, aslında elimizde bir damla sular gibi, uçup gidiyor. Birlikte geçirdiğimiz zamanlarda, bazen içte yankılanan hüzün ve eksiklik, yorgan gibi üzerimize biner.

Ve bir gün… Tümay Özüak Ağabeyim’in vefatını öğrendiğimde, içimde dev bir fırtına koptu. Onun yokluğu, kalbimdeki koca bir oka, şiddetle saplandı. Yaşamın en büyük sınavlarından biri bizim için.

O, sadece bir arkadaş değil, bir kardeşti; sevgiyle, saygıyla, içtenlikle bağlanmıştık ona. Nazan’ı, onun sevgili eşini, hayatın o saf ve temiz akışında tanıdım; onunla birlikte büyüdük, güçlendik.

Tan’ı, onun en sevdiğim oğlu, gözüm gibi sevdiğim bir evladım gibi gördüm. Ünal’ı, hayat bana yeniden kazandıran en büyük kardeşlerimden biri olarak, aynen kalbime kazıdım. Ve Gündüz Türker ile, onun sevgi dolu geçmişini, anılarla örülü hayatını paylaştıkça içimdeki bağlar daha da güçlendi.

Başımız sağ olsun. Onun hatırası, ruhumuzda, içimizde, hafif bir meltem gibi hep”

10 Ağustos 2014 

Ömer sadullah (Beyaz saçlı ve sakallı)

Ünal Özüak (Eli pastaya yakın olan gözlüklü  bir doğum günü tahminen)

 

Geçen Yıl Moda Camiisi Avlusunda Ağabeyim Tümay’ı Sonsuzluğa Uğurladık

Geçen yıl, Moda camiisi avlusunda ağabeyim Tümay‘ı sonsuzluğa uğurladık. İçimiz kan ağlarken, ona ait güzel anıları konuşup saflarımızı sıklaştırdık.

Ağabeyim ve Vefatı

Ağabeyim arayan ve gelen dostlardan anlıyorum ki, onun ardında çok hoş seda bırakarak gitti. Onun farklı kişiliğini hafızalarımızda canlı tutalım ve sevgimiz ışıklar gibi üzerinde olsun.

Vefa ve Sevgi

Yokluğu, hayattaki dost ve yakınlarımızla daha sık sevgi paylaşmamıza vesile olsun.

Ünal Özüak

 

Kontağı Kapatmaya Çeyrek Kala (Yazılması Zorunlu) Hikaye Ve Tumay Abimi Anmak
Yorum Yap
Giriş Yap

Haber Kontak ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!