Ahmet Alan Biyografisi
Ahmet Alan, Yakın Doğu Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunudur. Uzun yıllardır televizyon ve belgesel alanında çalışan Alan, birçok festivale katılan ve ödüller kazanan projelere imza atmıştır. Sarıkamış’ın Bilinmeyen Kahramanı, Ada’da 500 Yıl ve Kubadabad Sarayı gibi belgesellerin yanı sıra, Boşluk ve Merasim adlı kısa filmleriyle de tanınmaktadır. Aynı zamanda bağımsız sinema üzerine deneme yazıları kaleme almakta; sinema üretimini yerelden evrensele taşıma hedefiyle çalışmalarını sürdürmektedir.
Şimdi keyifle Ahmet Alan’ın ilk yazısıyla sizleri baş başa bırakıyorum:
GÖLGEDEKİ FİLMLER
Susuz Yaz – Gasp Edilen Suyun ve Sinemanın Hikâyesi
Gölgedeki Filmler, ana akımın gürültüsünde kaybolmuş, festival izleyicisinin dışında kalan, çoğu zaman geniş seyirciye ulaşamamış bağımsız yapımları gün yüzüne çıkarmaya çalışan bir köşe olacak. Her hafta bir filmi, onun yarattığı dünyayı ve taşıdığı anlamı konuşacağız.
Sessiz çığlık atan filmleri sevenler için bir yazı dizisine dönüşmesi umuduyla, bu köşede yer açan Haber Kontak Gazetesi yönetimine, yazı işleri müdürüne ve özellikle Nuri Kaymaz’a teşekkür ederim.
İlk yazımıza eskilerden ama asla eskimeyen bir filmle başlamak istiyorum: Susuz Yaz.
Neden Susuz Yaz?
Bu filmi seçmemin iki temel sebebi var:
İlki, yaşadığımız bu sıcak ve kurak yaz günlerinde su kaynaklarımızın hızla tükenmesini anımsatan teması.
İkincisi ise, Susuz Yaz’ın hem Türk sinemasını dünyaya tanıtan ilk film olması hem de bağımsız üretimin gücünü göstermesi.
1964’te Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü kazanan Susuz Yaz, Metin Erksan’ı uluslararası alanda tanınan bir yönetmene dönüştürdü.
O dönem ne devlet desteği vardı ne de bugünkü teknik olanaklar. Üstelik sansürle uğraşmak da cabasıydı.
Buna rağmen film, güçlü bir sinema eseri olarak ayakta kalabildi çünkü yerel bir meseleyi evrensel duygularla anlatmayı başardı: sınıf çatışması, su hakkı, eşit paylaşım, kıskançlık ve kırsalda ataerkillik gibi meseleler bugün hâlâ geçerliliğini koruyor.
Oyunculuklar: Sessiz Çığlıklar
Metin Erksan’ın yönettiği filmde oyunculuklar, özellikle gerçekçilik ve abartıdan uzak durmaya çalışan yaklaşımlarıyla dikkat çeker.
Erol Taş, Osman karakterinde alışık olduğumuz “kötü adam” profilinin ötesine geçer. Erksan’ın elinde karakter, daha derinlikli, bastırılmış arzularla ve sınıfsal hırslarla örülü bir portreye dönüşür.
Hülya Koçyiğit, henüz 16 yaşında iken canlandırdığı Bahar karakteriyle sade ve doğal bir performans sergiler. Filmdeki diyaloglar minimaldir, bu da oyunculara duyguyu beden dili ve bakışlarla aktarma fırsatı sunar.
Karakter dağılımı klasik “iyi – kötü – mağdur” üçgenine dayanır, ama asla karikatürize edilmez.
Kamera Dili: Görsel Bir Hafıza
Metin Erksan’ın kamera dili, dönemi için son derece yenilikçidir:
- Kamerayı göz hizasında, toprağa ve suya yakın konumlandırır.
- Durağan ve statik kadrajlar tercih ederek, izleyiciyi olayın gerilimine çeker.
- Doğal ışıkla çekilen sahnelerde, ışık-gölge dengesi karakterlerin iç dünyasını yansıtır.
Su, yalnızca bir kaynak değil, filmin görsel dünyasında ideolojik bir çatışma nesnesidir.
Toprak, sadece bir arka plan değil, hak arayışının görsel temsiline dönüşür.
Ev içi kadrajlarda Bahar’ın dar ve sıkışık alanlara hapsedilmesi, onun üzerindeki baskıyı doğrudan görselleştirir.
Kurgu Dili: Hız Değil, Gerilim
Susuz Yaz, klasik Yeşilçam filmlerinin hızlı olay akışını reddeder. Kurgu diliyle gerilimi yavaş yavaş inşa eder ve zamanı “hissettiren” bir ritim kurar. Bu da izleyiciye düşünme, sahnelerin içine sızma alanı tanır.
Film, Türkiye’de sinema dilinin nasıl politikleşebileceğini kurgu üzerinden gösteren ilk örneklerden biridir.
Susuz Yaz: Su Gibi Bir Film
Susuz Yaz, suyu gasp edenin gölgesinde ezilenleri anlatır.
Tıpkı bugün sinema sektörü’nde olduğu gibi:
Her köşe başını tutmuş büyük yapımcıların, bağımsız filmlerin görünürlüğünü ve var olma hakkını sessizce gasp ettiği bir düzende, Susuz Yaz, geçmişten bugüne bir direnişin sesi olmaya devam eder.