Oğuz Atay
(D. 12 Ekim 1934 / Ö. 13 Aralık 1977)
Yazar, Mühendis, Öğretim Üyesi
(Yeni Edebiyat / 20. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
Doğumu ve Aile Kökenleri
Kastamonu/İnebolu’da doğdu. Annesi İstanbullu ilkokul öğretmeni Muazzez Zeki, babası ise Kastamonulu, milletvekilliği yapan hukukçu Cemil Ataydır. Anneannesi Melek Hanım, dedesi Zeki Bey’le Yunanistan’da tanışmış bir Fransız kızıdır. Ailelerinin evliliğe onay vermemesi üzerine kaçan gençler İstanbul’a gelmişlerdir.
Gerçek adı bilinmeyen genç kadın Melek adını almış ve Müslüman olmuştur. Melek Hanım, üç kızını okutmaya ve meslek sahibi yapmaya önem vermiştir; Atay’ın annesi Muazzez Hanım, Edirne Muallim Mektebi’ni bitirmiş ve Cumhuriyet’in ilk çalışan kadınlarından olmuştur. Batılı yaşam tarzı ve giyim kuşamıyla, kıyafet devriminin başlatıldığı Kastamonu’da örnek bir kişidir.
Eğitim Yılları ve İlk Yıllar
Okul öncesi yılları Kastamonu ve İnebolu’da geçti. Babası Cemil Atay’ın milletvekili seçilmesi üzerine 1939’da Ankara’ya taşındılar. Atay ilk, orta ve lise öğrenimini Ankara’da tamamladı. 1940’da ilkokula başladı. Okul ile ilgili anılarına bakıldığında okulda çok mutlu olmadığı görülür. Ancak çok zeki, meraklı ve araştırmacı oluşu, okulda da başarılı olmasını sağladı.
TED Yenişehir Lisesi’ni birincilikle bitirdikten sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’ne girdi ve inşaat mühendisliği eğitimi aldı. Daha sonra burada hocası Mustafa İnan’ın biyografisini yazacaktır. İnşaat mühendisliği okumaya babasının baskılarıyla mecbur kalmıştır.
Selim’e “Lisede iyi bir öğrenci olduğum için zor bir meslek seçmeliydim. Bu nedenle mühendis olmaya mecburum” dedirtir (Tutunamayanlar, 362). Mühendisliği istemeyerek okuduğu ve mesleğini pek sevmediği, romanlarında ve tanıklıklarında doğrulanır. Bir yandan kitaplara sığınmaya, okumaya ve dünyayı anlamaya çalışmaya devam etmiştir.
Akademik ve Yazarlık Hayatı
1960 yılından 1976 yılı sonuna kadar İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1971’de yayımlanan Topoğrafya adlı kitabı, daha çok ders notları niteliğindeydi.
1961 yılında, 1967 yılına kadar evli kalacağı Fikriye Gürbüz ile evlendi. Bu evlilikten Özge adında bir kızı oldu. 1967’de boşandıktan sonra yalnız yaşamaya başladı ve yazarlık açısından hayatının en verimli dönemine girdi.
1968 yılında, uzun yıllar aynı arkadaş grubunda yer aldığı ve yakın bir arkadaşının eski eşi olan Sevin Seydi ile ilişkisi başladı. Atay, Tutunamayanlar ve Tehlikeli Oyunlar’ı Seydi’ye ithaf etmiş; romanlarındaki iki kadın kahraman, Günseli ve Bilge’yi de ondan esinlenerek kurgulamıştır.
1969’da bu ilişki sona erdikten sonra Atay, ciddi şekilde sarsılmış ve bu ayrılık, Tehlikeli Oyunlar’da Hikmet ile Bilge’nin ilişkisiyle anlatılmıştır.
Yazarlık Kariyeri ve Eserleri
İlk romanı Tutunamayanlar, 1970 yılında TRT roman yarışmasını kazandı. Bu başarısına rağmen, romanın basılması için yaklaşık bir yıl beklemek ve birçok yayıncıyla görüşmek zorunda kaldı. Roman, 1971’de küçük bir yayınevi olan Sinan Yayınları tarafından yayımlandı.
1973’te ikinci romanı Tehlikeli Oyunlar’ı, hemen ardından 1974’te Mustafa İnan’ın biyografisi olan Bir Bilim Adamının Romanı’nı kaleme aldı. Bu eserler sonrası Oyunlarla Yaşayanlar adlı tiyatro oyunu da yazdı. Atay, bu dönemde oldukça üretken oldu.
Evlenmeleri ve Kişisel Hayatı
1974’te, YENİ ORTAM gazetesinde sanat muhabiri olarak çalışan ve 1972 yılında Tutunamayanlar üzerine yapılan bir söyleşi sırasında tanıştığı Pakize Kutlu ile evlendi.
1975’te, 1972–1974 yıllarında yazdığı yedi öyküden oluşan Korkuyu Beklerken yayımlandı. 1976’da, tamamlamaya ömrünün yetmeyeceği Eylembilim’i yazmaya başladı. Ayrıca, onun planladığı ancak tamamlayamayacağı diğer proje ise üç ciltlik roman dizisi **“Türkiye’nin Ruhu”**dur.
Sağlık ve Ölüm
1976 sonunda hastalanan ve beyninde tümör olduğu anlaşılan Oğuz Atay, tedavi için İngiltere’ye gitti. Londra ve İstanbul arasında gelişen bu süreçte bir yıl boyunca tedavi gördü, ancak sonuç alamadı ve 13 Aralık 1977’de hayatını kaybetti.
Hayatı boyunca yalnızlıktan yakınan Atay, 15 Aralık 1977’de kalabalık bir cenaze töreniyle uğurlandı.
Yazı Üslubu ve Edebi Etkileri
Atay’ın anlatımında en belirgin özellik, ayrıntılara verdiği önemdir. Hiçbir şeyi unutmayan ve her şeyi kaydeden bir yazardır kendisi. Özellikle Tutunamayanlar’da kahramanlarını, hayatı ve çatışmalarını bu ayrıntılar aracılığıyla yansıtır.
Etkilendiği yazarlar arasında Dostoyevski, Nabokov, Joyce, Beckett, Proust, Kafka, Hesse ve Musil bulunur. Ayrıca, Türk edebiyatından Yusuf Atılgan, Kemal Tahir, Sabahattin Ali, Vüs’at Bener ve Ahmet Hamdi Tanpınar’dan da etkilenmiştir.
Çevirileri ve Temalar
Ankara’da askerlik yaptığı dönemde, Beckett’in Godot’yu Beklerken adlı oyununu çevirmiştir. Çevirisini, Vüs’at Bener’e gösterir; ancak, ölümünden sonra bu çeviriye ulaşılmamıştır (Ecevit, 99).
Joyce’un Ulysses’ini büyük bir coşku ile okumuş ve burada kullandığı söylem çeşitliliğini, Tutunamayanlar’da kullanmıştır. Nabokov ve Musil de özellikle kurgu tekniği açısından etkilenmesine neden olmuştur. Sık sık Dostoyevski eserlerine göndermelerde bulunur ve ona ruhen yakın karakterler tasarlar.
Temalar ve Kahramanlar
Oğuz Atay’ın kahramanları, tıpkı Dostoyevski’nin kahramanları gibi toplumdışıdır. Kendilerini sorgular, çeşitli kutupluluklar içinde döner durur veya “budala”/beceriksiz görünürler. Ancak, “tutunamayan” aslında tam anlamıyla kaybetmiş biri değildir; çünkü ait olamadığı toplumun ahlaki standartlarını eleştirir ve daha yüksek bir ahlaki zeminden bakar.
Kendisiyle yüzleşen, saydam, maddi ve yüzeysel çıkarların üstünde duran, naif bir kişidir. Okur onu kendisine benzetmediği durumlarda bile takdir duygusu taşır.
Edebiyat ve Dünya Görüşü
Joyce’in Dublinliler adlı eserinde, İrlanda ve halkının “paralize olma hali” anlatılır. Onun öyküleri, okuyucuda katarsis yaratmaz; hevesi kursağında kalmışlık hissi uyandırır. Kahramanlar, sınırlanmışlık, tatminsizlik ve ulaşamama duygusuyla boğuşur.
Beckett, beklemenin ve hareket edememenin tiyatrosunu yazmıştır. Bu da bir çeşit paralize olma hali anlamına gelir.
Kafka ise, bireyi sistemin büyük kıskaçlarıyla boğduğu ve iletişimden yoksun hale getirdiği dünyayı anlatır.
Tanpınar ise, Abdullah Efendi ve Behçet Bey gibi karakterler üzerinden, kendini kaybetmiş ve içe dönmüş insanlarını betimlemiştir.
Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam karakteri ise ilk modern toplumdışı kahramanlarımızdan olup, eylemsizlikle nitelendirilir. Hareket etmeyi “eli paketlilerden olmak” olarak tanımlar.
Oğuz Atay’ın kahramanlarının çoğu da toplumla uyuşmaz, sıkışmış, boğulmuş, genellikle kendilerini öldürmek veya ölüme yakın durmak gibi çıkış yollarına başvururlar.
Bütün bu etkiler, hayranlıkla okuduğu yazarların onun “görme biçimi”ni kuvvetle etkilemiş olmasından ileri gelir. Yani örneğin, bir tarihsel zaman kırılması yaratmak veya metnin kurmacalığını hatırlatmak için değil, bu etkiler doğrudan yazarın zihninin içindedir.
Hatta Atay, kahramanlarına -Dostoyevski başta olmak üzere- onlara öykündüğünü zaman zaman romanslarında söyletir.
Eserler ve Özyapısal İzler
Atay’ın eserleri özyaşamöyküsel izlerle doludur. Örneğin, Yıldız Ecevit’in Oğuz Atay monografisinde, Atay’ın kız kardeşi Okşan Ögel’le yaptığı bir sohbetten derlenen bilgilere göre, Atay, iki üç yaşlarındayken zatürre olduğu düşünülen bir hastalık geçirmiştir.
Bu hastalık sonucu zayıf düşmüş ve annesi tarafından özenle büyütülmüştür; koşmasına ve terlemesine izin verilmemiştir (Ecevit, 2005:31). Tutunamayanlar’ın kahramanı Selim Işık da erken yaşta hastalık geçirmiş ve “ana kuzusu” olarak büyütülmüş bir çocuktur.
Atay, ressam olmak istemiş, Güzel Sanatlar Akademisi’ne gitmek arzusuyla yanıp tutuşmuş fakat gönderilmemiştir. Okulda yalnız bir çocuk olarak büyür. Liseyi birincilikle tamamlamıştır. Bu özellikler, Selim’de de gözlemlenir (Ecevit, 52-54).
Tehlikeli Oyunlar’da Hikmet’in Sevgi’yle evliliği ve Bilge’ye olan aşkı de doğrudan Oğuz Atay’ın yaşamından izler taşır. Hatta, şaşırtıcı bir şekilde, onun ölümü de Selim Işık gibi, beynindeki ur nedeniyle gerçekleşir.
Romanlarındaki kendinden ve yaşamından izler taşıyan Atay, bunları evrensel bir nitelik kazandırmayı ve okura duygusal aktarım yoluyla ulaşmayı başarır.
Özyaşamöyküsel Roman Kurgusu
Atay’ın kahramanları ve romanlarındaki anlatım atraksiyonlarının çok büyük bir kısmı özyaşamöyküsel olmaya açıktır.
Atay’ın çocukluk ve yaşamına dair açıklamalar, insanların iç içe olmayan, kendi halinde, kitap ve radyo çocuk saatleriyle ilgilenen yalnız insanların portresini detaylarıyla çizer (Ecevit, 43). Çocuk dergileri ve hikâyelerine olan düşkünlüğü, oradan ezberlediği şiirleri ile tekerlemeleri romanlara aktarması, onun modernist söylem unsurudur.
Romanlara Yansıyan Düşünce ve Politik Yaklaşım
Oğuz Atay, “Tutunamayanlar” üzerine YENİ ORTAM gazetesine verdiği röportajda, bu romanın insanda anlatılmak istediğini söylüyor. O dönemde, alışılmışın dışında yapısı ve diliyle, ve şanssız siyasi koşullarla, roman pek anlaşılmamıştır.
Röportajda, bir arkadaşının “Onun herkesi tutunamayan olmaya çağırdığını” düşündüğü aktarılır. Oğuz Atay, “Henüz karşılık alamadım” der (Kutlu, 1972).
Sınıfsal ve Toplumsal Görüşler
Marksizme yakınlık duyduğu dönemlerde, Marksist sosyoloji ve toplumsal örgütlenme ile iyilik kavramları hakkında şöyle der:
“Ne Yapmalı?” başlıklı yazısında, bireyden yola çıkmak istediğini vurgular. Ona göre bireyin nitelikleri toplumu şekillendirir (Ecevit, 93). **”Tutunamayanlar”**da bu fikir tekrar edilir.
Bireye, toplum şekillendiren ve dünyayı anlamanın ya da değiştirmenin yolu olarak değil, dünyayı başka türlü anlamanın ve düzeltmenin imkânsız olduğu yönüyle yönelir:
Üslup ve bakış açısı bakımından Oğuz Atay çok yönlü ve karmaşık bir kişilikle karşılaşırız. O, hem Doğu hem de Batı kültüründen beslenmiş, iç içe geçmiş bir zihin yapısına sahiptir.
Doğu ve Batı’nın Birleşimi:
Atay ailesi ve yetiştiği ortam gibi hem Doğulu hem Batılıdır. Romanlarında “biz” diyerek bahsettiği Doğu, gerçekten de, akla karşı duygusallık, “çocuk kalmış”, melankolik ve mizah duygusunun yüksek olduğu bir Doğudur. Annesinden aldığı alaturka müzik zevki ve bu kültürel mirası, “Bence alyuvarlar, akyuvarlar, bir de alaturkadan mürekkeptir kanımız” mısralarında vurgular.
Kültürel ve Felsefi Yaklaşımlar:
Toplumun Batı kaynaklarından beslendiğini kabul eder; ancak “özgün” duygusallık ve kültürel sentez arayışına da açıktır. “Türkiye’nin Ruhu” adlı bir roman dizisi planlar.
Felsefi olarak ilk etkilenme Marksizm’den olsa da, yaşadığı hayal kırıklıkları onu bu kolektif ideallere inançsızlaştırır. En çok etkisi altına alan akım ise varoluşçuluktur. Kierkegaard, Heidegger, Sartre, Camus gibi düşünürlerin etkisi romanlarında görülebilir. Kendini inşa eden insan, Selim Işık, Turgut Özben, ve Hikmet Benol gibi kahramanlar bu düşünceyi yansıtır.
Roman Tekniği ve Üslûp
“Tutunamayanlar” 1968’de yazılmış ve kısa sürede tamamlanmıştır. Ecevit’e göre, Joyce, Woolf, Kafka, Proust, Faulkner gibi batı modernistlerinin etkisiyle kurulan estetik modernizmin ilk gerçek temsilcisidir Türk edebiyatında. Ancak, 1968’in siyasi çalkantıları ve avangard yapısı nedeniyle geniş okur kitlesine ulaşamamıştır.
Çeşitli söylemler ve teknikler:
“Tutunamayanlar“da biyografi, ansiklopedi, günlük, şiir, tiyatro ve mektuplaşma gibi farklı biçimler kullanılır. Ayrıca, Moran’a göre, Atay Nabokov’un “Pale Fire” adlı eserinde gördüğü kurgu tekniğini benimsemiştir. Bu roman, dört şiirle ve şiirlere düşülen dipnotlarla dört farklı metne dayanır ve birbirine bağlanır. Atay, bu yöntemi “Dün, Bugün, Yarın” bölümünde, Selim Işık’ın yaşam öyküsünü anlatan şarkılarda kullanır.
Modern roman ve postmodernizm:
Eser, metinlerarasılık, montaj, söylem çeşitliliği, bilinç akışı ve üstkurmaca gibi pek çok modern teknik içerir. Bu nedenle, bazı araştırmacılar, Atay’ı postmodern olarak da değerlendirmiştir. Aslında, bu teknikler modernizm araçlarıdır ve 1960’larda gelişmiştir. Atay’ın teknikleri, modern romanda bu araçların uygulanmasıdır; postmodernizmin kendine özgü bakış açısı ise, öznenin silikleştiği, bireysel üslûbun yitirildiği, ve genellikle özne yerine bağlamsal anlatımın öne çıkmasıdır.
Atay ve Esin Kaynakları:
Atay, Dostoyevski, Joyce, Kafka, Proust, Faulkner, ve Nabokov gibi batı klasiklerini hem teknik hem tematik olarak temel alır. Ona göre, bu kaynaklar ona saygı duruşunda bulunmak gibidir; esinlenirken, kendine özgü bir üslûbu da oluşmuştur. Okuru, onun eserlerini nerede görürse tanır.
İroni ve Toplumsal Eleştiri:
Onun ironisi, postmodern kayıtsızlık değil, içselleşmiş bir eleştiridir: “Canım insanlar, sonunda bana bunu da yaptınız.” Topluma kayıtsız değil, içten içe kabul edici ve eleştirel bir duruş.
Marksizme ve Toplumsal Organizasyona Yönelik Düşünceler
Marksizme yakınlık duyduğu günlerde, onun Marksist sosyolojiyi değerlendirirken ve toplumsal örgütlenme ile iyilik kavramlarına ulaşırken bireyden yola çıktığı görülür. “Ne Yapmalı?” başlığını verdiği yazısında bu görüşü kuramsallaştırmak ister. Ona göre, bireyin taşıdığı nitelikler topluluğu belirler (Ecevit, s. 93).
Tutunamayanlar’da bu metne bir kez daha atıf yapar. Bu kez, bireye sadece toplumu oluşturan ve ona şekil veren bir şey olduğu için değil, dünyayı başka türlü anlamak ya da düzeltmek mümkün olmadığı için de yönelir:
“Bana bugün ne yapmalı diye soracak olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin diyebilirim. Kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez” (Tutunamayanlar, s. 76).
Bu yüzden, eser verdiği dönemin genel eğilimlerinin aksine, toplumcu gerçekçi bir bakış açısını benimsememiştir. Her şeyden çok ve her şeyden önce bireyi anlatmış ve kendini çözmeye çalışmıştır.
Eserler ve Toplumsal Eleştiri
Pazar Postası ve Olaylar dergilerinin çıkarılmasında aktif rol alan Oğuz Atay, insanlar arasında olmaya fazla elverişli olmayan kişiliğiyle sosyalist ideallerini bir dengeye oturtmaya çalışır bu yıllarda. İnsanların hırsları ve uzlaşmazlıklarıyla onda yarattığı hayal kırıklığı, giderek toplum için değil de bireyden bireye birey fikrine götürür onu.
Eserlerinde, ait olunamayan, içine girilemeyen ama uzak olunduğu için ahlâkî defoları gün gibi açıkça görülebilen toplum için, bir şeyler yapabileceğine inanan idealist bir anlatıcı görmeyiz. O, sadece acılı bir alayla bu topluma neden ait olamadığını açıklar:
“Onlar”, “işini bilenler”dir, “bir koyup üç alanlar”dır, maskelerle gezen, saydam olmayanlar.
Atay ve onun kurmaca ikizleri, onlara karşı adeta bir Don Kişot gibi savaşırlar. Romanlarda ve öykülerde bu Don Kişot göndermesine sık rastlanır.
Atay için, bir diğer önemli figür ise yine eserlerinde çok sık karşılaşılan İsa figürüdür. **”Tutunamayanlar”**ın şiirlerle yaşam öyküsü kurulan kahramanı Selim, şu dizeleriyle tanımlanır:
“Doğduğu günden beri kalbinde bir delik/Almak için bütün sızıları içine/Her zaman utanmıştır başkaları yerine”
Kuşkusuz, insanlığın günahlarının kefareti için çarmıha gerilen ve çilenin simgesi olan İsa figürü model olmuştur.
Toplumsal Eleştiri ve Kahramanlar
Atay’da toplumsal eleştiri çok önemli bir yer tutar. Roman ve öykü kahramanları hakkında genellikle “yabancılaşmış” oldukları yorumu yapılır. Ancak, ne Atay ne de onun kendisine çok benzeyen karakterleri zaten toplumun bir parçası olabilmiş değillerdir.
Atay, bireye karşı bir “onlar” imgesi kurar ve onların ahlâkını, değer ölçülerini kıyasıya eleştirir. Başkarakterle karşı karşıya getirdiği insanların, kimi zaman pragmatist, kimi zaman sığ ve peşin fikirli oluşlarını çeşitli sahne ve diyaloglarla ortaya koyar. Bu, illa ki karakterin Selim Işık örneğinde olduğu gibi aydınlanmışlığından, toplumun üstünde ve örnek bir insan olmasından gelmez.
“Korkuyu Beklerken” ve “Beyaz Mantolu Adam” gibi eserlerde de, başarısız biri olan karakterler bile toplumun ahlâki boşluklarını görür.
Tutunamayanlar ve Edebiyat Teknikleri
**”Tutunamayanlar”**ı diğer Türk romanlarından ayıran (ama James Joyce’un **”Ulysses”**iyle de birleştirilen) önemli özelliklerinden biri, çeşitli üsluplara (Osmanlıca, Türkçe, Öztürkçe) ve biyografi, ansiklopedi, günlük, şiir, tiyatro, mektup gibi farklı söylemlere yer vermesidir (Moran, 2003, p. 203). Moran, onun **”Tutunamayanlar”**da Nabokov’un “Pale Fire” (solgun ateş) adlı romanındaki kurgu tekniğini doğrudan kullandığını belirtir. Nabokov’un romanı, kurmaca bir yazara ait dört şiir ile başka bir yazarın bu şiirlere düştüğü dipnot ve açıklamalardan oluşur. Atay, metin halkalarını birbirine bağlayan bu kurguyu, “Dün, Bugün, Yarın” başlıklı ve Selim Işık’ın yaşam öyküsünü anlatan beş şarkıdan oluşan bölümünde kullanır (a.g.e., s. 203).
Modern Roman Teknikleri
“Ulysses” ve “Niteliksiz Adam” gibi eserlerde kullanılan montaj, kolaj ve çeşitli üslup kullanımıyla farklı teknikler bu eserlerde de görülür ve hayranlıkla bahsedilir. Bu tekniklerin kullanımı, Oğuz Atay’ı etkiler (Ecevit, 2005, s. 242). Ayrıca, eserde metinlerarasılık, montaj, söylem çeşitliliği, türler arası geçişler, bilinç akışı ve üst kurmaca gibi modern romanın pek çok tekniği görülür.
Postmodernizme Yaklaşım ve Teknikler
Bunlardan hareketle, bazı araştırmacılar, biraz da acelecilikle, Atay’ı postmodernizme bağlarlar. Bu düşünce, bütünüyle yanlış değildir çünkü sanatın bir oyun olarak görülmesi ve gerçeğin parodileştirilmesi gibi postmodern yaklaşımlar, 1960’lı yıllarda gelişmeye başlamıştı. Atay da, yazdıklarıyla daha sonra adlandırılacak bu gelişimin içinde yer almıştır.
Ancak, şunu da belirtmek gerekir ki, yukarıda sıralanan metinlerarasılık, montaj/kolaj ve söylem çeşitliliği gibi teknikler, estetik modernizmin araçlarıdır ve modern romanda uygulanmıştır. Atay’ın esin kaynakları bütünüyle modern ise, 1968 yılında yazılan romanda postmodernizm diye bir şey henüz dünya çapında tam anlamıyla ortaya çıkmamıştır.
Aynı teknikleri kullanan postmodern romanları modern romandan ayıran en önemli fark, bu tekniklerin farklı işlevlere kavuşmasına neden olan bakış açısıdır. Modern romanda birey çok önemlidir, yazarlar üslûpçudur, eleştirel ironi egemendir. Postmodern romanda ise, özne silikleşmiştir; bireysel üslûp diye bir şeye inanılmaz derecede küçümsenir. Örneğin, metinlerarasılık, postmodern romanda, bireysel yani kişiye özgü üslûbun olmayışının ve öznenin bağlamsallığının göstergesidir.
Modern romanda ise, bazı durumlarda, “saygı duruşu” diyebileceğimiz, yazarın kayda değer teknik ve tematik alıntılar yaptığı; onların, esin aldığı kaynaklara duyduğu saygı ve hayranlığı gösterdiği bir yaklaşım vardır. Atay, özellikle Dostoyevski, Joyce, Kafka, Proust, Faulkner gibi büyük edebi kaynakları gerek teknik gerekse tematik açıdan alıntılarında kullanır ve bu kaynaklara saygı duruşunda bulunur.
Atay’ın bütün bu kaynaklardan doğan ve kendine özgü bir üslûbu vardır. Bu üslûbunu, nerede görürse okur, tanır. Onun ironisi, postmodernizmin kayıtsız ve mizah duygusunu yitirmiş ironisi değildir.
“Canım insanlar, sonunda bana bunu da yaptınız…”
Modern Roman Biçimi ve “Tutunamayanlar”
Modern romanda biçim, geleneksel romandaki olayın ağırlığını azaltır ve onun yerine geçer. **”Tutunamayanlar”**da da, bir çerçeve hikâye içine monte edilmiş metin halkaları bulunur. Biçim, dramatik bir şekilde ön plana çıkar; alışılmış düzyazı dilinin görünmezliği tersine dönerek, dil ve biçim kendini duyurur ve dikkatleri üzerine çeker.
Bu parçalanmışlık, aslında bireyin ve Atay’ın kahramanlarının da parçalanmışlığıyla paralel gider. “Tehlikeli Oyunlar”’da da mektup, tiyatro oyunu, şiir gibi farklı türler, bu parçalı kurgu içinde erir ve bütünleşir.
Varoluşçuluk ve Temalar
Atay’ın birey ve dış dünya arasına kurduğu karşıtlık çözülemez ve aşılmaz gibi görünür. Kahramanları, varoluşçulukta anlatılan “dünyaya fırlatılmış insan” imgesini akla getirir. Bu kahramanlar uyumsuzdur ve “onlar” grubuna dahil olamazlar; hayata karışma konusunda tedirgin ve tetiktedirler.
Uyumsuzluk, sıkıntı, tedirginlik ve kuruntululuk gibi özellikler, “Tehlikeli Oyunlar” ile “Korkuyu Beklerken”’de daha belirgin hale gelir. Bu kahramanlar, gözlemcilik ve kuruntululuk gibi niteliklerle, varoluş kaygılarıyla, kurgulanmıştır.
İntihar ve Ontolojik Meseleler
İntihar konusu, diğer eserlerde olduğu gibi bu romanda da önemli yer tutar. Atay, intiharı, varoluşçuluktan çokça etkilenmiş bir “uyumsuzluk” durumunun kaçınılmaz sonu olarak kurgular. Heidegger’in ifadesiyle, “var olmanın farkında olan” kahramanlar, “var olmayı unutan”lara bunu hatırlatmaya çalışırlar.
Küçük burjuva yaşamının, varoluşu unutturan doğasına karşı, adeta Don Kişot gibi savaşırlar ve varoluşçu bir mesih gibi, onları kurtarmaya çalışırlar. Bu noktada, Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”’ı ve öykülerindeki uyumsuz kahramanların, Selim Işık’ın yolunu önceden geçmiş olduğu, hem ortak etki kaynakları hem de bu eserlerden gelen izlerin romana yansıdığı söylenebilir.
Böylece, Atay, ontolojik mesele yüzünden intihar eden kahramanlarıyla, yaşamın anlamı ve anlamsızlığı üzerine tartışır.
“Tehlikeli Oyunlar” ve Parçalanma Teması
**”Tehlikeli Oyunlar”**ı yazar, 1971-1973 yılları arasında kaleme alır ve 1973’te yayımlar. Günlüğünde, bu romanın planlarından ve tasarım aşamalarından bahseder. Roman, sıkıntılı ve bunalımlı bir dönemin ürünü olup, kurgu ve karakter kuruluşu parçalanma hakimdir.
Atay, büyük aşkı Sevin Seydi tarafından terk edilmiştir ve maddi sıkıntılar içindedir; hayatının her alanında umutsuzluk hâkimdir. Bu roman, onun hayatta tutan iç dökmesi olduğu kadar, ilk romanı **”Tutunamayanlar”**ın aldığı eleştirilere de cevap niteliğindedir.
**”Tutunamayanlar”**a yönelik eleştirilere ve anlaşılmama suçlamalarına, romandaki Hikmet’in yazılarıyla yanıt verir. Ancak, bu da, o dönemin edebiyat ortamında, Atay’ın romanlarının anlaşılmakta zorlanmasını engellemez. O günlerde, Atay’ın, okunmaktan ve yalnızlıktan yakınması, onun romanda ve yaşamda bu sessizliği ve anlaşılmamayı duyumsadığının göstergesidir.
Bu romanda önemli bir motif olan “oyun” kavramı, Eric Berne’den alınmıştır.
Oğuz Atay’ın eserleri ve düşünceleri, onun hem bireysel hem de toplumsal meselelerle ilgilendiğini gösterir. “Oyunlarla Yaşayanlar” ve diğer romanlarıyla vurgusunu arttırdığı Doğu-Batı sorunu, Türk aydınının çatışmaları ve sorumlulukları gibi konular, onu giderek daha çok toplumu ve kültürel kimliği düşünmeye yöneltmiştir.
Türk Ruhu ve Kolektif Bilinçaltı
Halit Refiğ’in anlatımına göre, Atay, Uşaklıgil ailesi üzerine biyografik bir roman yazmak istiyor ve bu romanla “kolektif Türk ruhunu” yakalamayı amaçlıyor. Atay, Türkiye’nin Ruhu adını verdiği bir roman dizisi düşünüyordu; bu dizide, Devlet, Toplum ve İnsan başlıklarıyla üç kitap yazmayı planlıyor ve Türk insanının kolektif bilinçaltını, kültürel özünü, ve nesillerden nesillere aktarılan duyarlılıklarını anlatmak istiyordu.
Halit Refiğ’le olan dostliği, bu yönelimde Atay’a etki etmiş ve ne yazık ki, bu büyük projesini tamamlamadan, hayatın sona ermesine sebep olmuştur.
Öyküler ve Temalar
Atay’ın tek öykü kitabı “Korkuyu Beklerken”, farklı dönemlerde yazılmış ve çeşitli etkiler barındıran öyküleri içerir. İlki, 1972 Eylül’de “Mantolu Adam” adıyla Yeni Dergi’de yayımlanmıştır ve daha sonra “Beyaz Mantolu Adam” adıyla yeniden basılmıştır. Ardından, “Unutulan” (1972) ve “Korkuyu Beklerken” (1973) gelir. 1974’te ise “Tahta At”, “Bir Mektup”, “Ne Evet Ne Hayır” ve “Babama Mektup” gibi öyküler tamamlanır ve ilk kez 1975’te yayımlanır.
Yeniden basımlarda eklenen “Demiryolu Hikâyecileri – Bir Rüya”, 1976-1977 yıllarında hastalık ve tedavi döneminde yazıldığı için ilk baskıya alınmamıştır; ancak 1987’de yayımlanmıştır.
Özellikle “Beyaz Mantolu Adam” ve “Korkuyu Beklerken”, Atay’ın romanlarındaki toplumdışı, tutunamayan, küçük birey tiplerine yer verir. Bu kahramanlar, toplumla ve normlarla uyum sağlayamamış, irade sergilemeyen, beceriksiz ya da bu normlara direnç gösteren insan tipleridir ve Oğuz Atay kahramanı olarak karakterize edilebilirler.
Birey ve Toplum İlişkisi
Bu öykülerde, bireyin karşısında homojen bir “onlar” vardır. “Beyaz Mantolu Adam” aslında toplumun bir parçası olamamış, dışlanmış bir bireyi anlatır; adı yoktur, toplum tarafından yaftalanmıştır. Ad verme, geçiş ritüeli olan kabul törenlerinin önemli bir parçasıdır; bu ritüel, toplum tarafından kabul edilmenin yoludur. Atay, onu “beyaz mantolu adam” diye adlandırırken, ona bir isim verilmediğine ve başarısızlığına özellikle vurgu yapar.
Bu adam, normlara uymaz, başarısızdır, kendini anlatmaya gerek duymaz; sadece mantoyla kendini ifade eder ve belki de intiharıyla, normlara karşı duruşunu sergiler. Normlara kayıtsızlığı, onun toplumdan dışlanmış ve bir yabanî gibi görünmesine neden olur; ancak bu garip adam, içeriğinde, topluluğun içine alınmadığı gibi, dışarıda da başıboş kalmasına izin vermez. Bu durum, bireyin kendini tanımlama sorununu ve toplumyla uyumsuzluk meselesini temsil eder. Kafka’dan izler taşıyan bu tema, Atay’ın birey-otonom çatışmasını yansıtır.
Kaynakça
- Atay, Oğuz (1998). Günlük. İletişim Yayınları.
- Bayrak Akyıldız, Hülya (2002). Yusuf Atılgan ve Oğuz Atay’ın Eserlerinde Ölüm ve Anlamsızlık Problemi. Ankara Üniversitesi, SBE, Yüksek Lisans Tezi. (Yayın: 2008, Meb Yayınları)
- Ecevit, Yıldız (2005). “Ben Burdayım” Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası. İletişim Yayınları.
- Kutlu, Pakize (1972). “Oğuz Atay ile Konuşma”. Yeni Ortam, 30 Eylül 1972.
- Moran, Berna (2003). Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış II. İletişim Yayınları.
Madde Yazım Bilgileri
- Yazar: DR. ÖĞR. ÜYESİ HÜLYA BAYRAK AKYILDIZ
- Yayın Tarihi: 10.03.2019
- Güncelleme Tarihi: 19.12.2020