Arabesk müziğin zirveye çıktığı 80’lerin sonunda, Yavuz Turgul’un kaleminden çıkan Muhsin Bey (1987) sadece bir film değil, aynı zamanda bir dönemin aynasıdır. Yıllarını müzik işine adamış, ama kazanç yerine sanat ve kaliteyi önemseyen Muhsin Kanadıkırık (Şener Şen), taşradan gelen türkücü Ali Nazik (Uğur Yücel) ile karşılaşır. Bu karşılaşma, iki ayrı dünyanın çarpışmasına dönüşür: İlke sahibi bir İstanbul beyefendisi ile her şeyin mubah olduğuna inanan bir taşralı gencin trajikomik hikâyesi.
Benim için filmin en dokunaklı anlarından biri, Muhsin Bey’in söylediği şu cümlelerdir:
“Çiçekler ölmüş. Eskiden bir yer ayarlardın, güneşi iyiyse, yerini de sevdiyse ne biçim açardı. Şimdi güneş aynı, ışık aynı, yer aynı… Suni gübre istiyorlar. 1-2 gram potas koyunca coşuyor namussuzlar. Ama sonra ölüyorlar.”
Bu sözler, yalnızca çiçeklerle ilgili değildir. Bir yanıyla insanların yapaylaşmasına, yozlaşmasına bir eleştiridir; bir yanıyla da toprağımızdan çıkan ürünlerin bile doğallığını kaybetmesine. Hangisini seçerseniz seçin, insanın içini burkar.
Filmin finalinde Ali Nazik’in “Ağam kusura kalma, kendimi kurtarmam lazımdı” sözlerine, Muhsin Bey’in alaycı bir gülümsemeyle verdiği cevap hâlâ zihnimde yankılanır:
“Kurtardın mı bari?”
Aslında bu soru yalnızca Ali Nazik’e değil, hepimizedir. İdeallerimizden, doğrularımızdan, vicdanımızdan vazgeçerek, parayı ve kazancı öne çıkararak gerçekten kurtulabilir miyiz? Bugün geldiğimiz noktada, “Kurtulduk mu bari?” diye kendimize sormamız gerekmez mi?
Muhsin Bey’in yeri sinemamızda bu yüzden apayrıdır. Çünkü yalnızca iki karakterin çatışmasını değil, aynı zamanda değişen bir toplumun hikâyesini anlatır. Bir yanda ilke sahibi, kültürlü, tutarlı bir İstanbul beyefendisi; öte yanda ne pahasına olursa olsun yükselmek isteyen bir genç. Arabeskle birlikte hızla dönüşen toplum, kentleşmenin getirdiği hırslar ve yozlaşma… Hepsi bu filmde gizlidir.
Bugünden baktığımızda, Muhsin Bey yalnızca geçmişi anlatmaz; bugünü anlamak için de bir işaret fişeği gibidir. O yüzden her seyrettiğimde aynı soruyu duyarım:
“Kurtulduk mu bari?”Oyunculuklar
Şener Şen’in Muhsin Bey performansı, Türk sinemasında karakter oyunculuğunun zirvelerinden biri olarak kabul edilir. Uğur Yücel’in Ali Nazik yorumu ise hem dramatik hem de mizahi anların kaynağıdır. İkili arasındaki dinamik, bir yanıyla Yeşilçam’ın nostaljik sıcaklığını, diğer yanıyla yeni bir sinema dilinin gerçekçiliğini taşır.
Yavuz Turgul’un kamerası, 80’ler İstanbul’unu hem nostaljik hem de gerçekçi bir bakışla yakalar. Arabesk müzik piyasasının sahneleri, dönemin kültürel dönüşümünü belgeler niteliktedir. Kurgu, Muhsin’in iç dünyasıyla Ali Nazik’in yükselme arzusu arasındaki çatışmayı adım adım büyütür.
Filmdeki ritim, Yeşilçam’ın melodramatik hızından uzak, karakter odaklı bir yavaşlıkla ilerler.
Kendi döneminde günümüzdeki kadar ilgi görmemiş olmamasına rağmen zaman geçtikçe değeri artan bir filme dönüşmüştür. Muhsin Bey, ticari arabesk filmlerinin gölgesinde kalmış, ama bugün hâlâ Türk sinemasının en incelikli portrelerinden biri olarak anılır. Bir sanatçının idealizmini, sistemin baskısıyla yüzleşmesini anlatan film, yalnızca bir dönemin değil, her çağın hikâyesidir.
Bugün bu filmi yeniden hatırlamak, sanatı “yaşamak” ile “satmak” arasındaki ince çizgiyi yeniden düşünmek demektir.