Hüsrev Gerede Caddesi’nde bir sokak adı ilgimi çekmişti: “Şair Nâzım Sokağı.” Bir gün Memet Fuat’a sözünü ettim; onun da ilgisini çekmiş meğer. “Ama Nâzım Hikmet’le ilgili olamaz” dedi. “Belki, Florinalı Nâzım’dır.”
Hayattayken de böyle bir şey bekliyor olmalıydı. Ölümünden sonra evinin duvarına ne yazılacağını bile düşünürdü Florinalı. “Acaba benden sonra evimin duvarına ne yazılır?” dediğinde, orada bulunan Süleyman Nazif dayanamaz:
“Ne yazılacak?” der. “Kiralık ev yazılır!”
O kendini, “Kâinatın tanıdığı Şiir Kralı” olarak görüyor, gazetelere böyle ilan veriyordu ve herkese alay konusu oluyordu. Hâmit’i Cenap’ı, Süleyman Nazif’i, Tevfik Fikret’i sık sık ziyaret ediyor, kendisi hakkında övücü birkaç satır yazmalarını istiyor; sonra da bu yazıları bir kitapta topluyordu: “Hatırat-ı Meşahir”. Kendiyle ilgili alaycı yazılar çıkmasını bile, reklamın iyisi kötüsü olmaz anlayışıyla önemserdi.
Bir dönem geldi ki, artık dergilerde, gazetelerde adı geçmez oldu. Fakat o, bu kez kendinden söz ettirmek için tanıdığı şairler için, ölüm yıl dönümlerinde anma toplantıları düzenliyordu. En çok da Tevfik Fikret’i kullanırdı. “Zavallı Tevfik Fikret, her yıl yeniden öldürülüyor!” derlerdi.
Hakkında söylenmiş birçok espri, fıkra var, ama yazımız uzamasın; birini anlatalım yeter:
Üstat hastalandığı bir gün, Nurullah Ataç’ın kardeşi Doktor Galip Ata’ya başvurmuştu. Doktor, muayeneden sonra: “Bir süre kesin istirahat ediniz” dedi. Florinalı: “Dilime de bakın, çok paslı…” diye tutturunca…
Doktor: “Endişe etmeyin, bütün bedeniniz paslansa, diliniz paslanmaz!” karşılığını verdi. “Esasen ben istirahati diliniz için vermiştim.
Necati Güngör