Neden diretiyorsunuz 1 MAYIS’ta Taksim diyenlere… Jale Yeşilnil kimdir biliyor musunuz? 1 Mayıs 1977’de Taksim’de panzerin altında ezilerek yaşamını yitiren bir liseli!”
Jale Yeşilnil 17 yaşındaydı. Şimdiki adı 50. Yıl Tahran Lisesi olan, Göztepe Aryamehr Lisesi 3. sınıf öğrencisi, Dev-Lis‘li bir Kurtuluş sempatizanıydı. 1 Mayıs 1977 günü Taksim Meydanı’nda devlet denetiminde görev yapan Kontrgerilla güçlerinin gerçekleştirdiği katliamda, polis panzeri altında kalarak öldü.
Jale, ortaokulu birincilikle bitirmişti; çok zeki, çok parlak ve disiplinli bir öğrenciydi. Lise 1-2’de aynı başarıyı sürdüren bir insandı. Çok narin, tutkulu bir insandı; karıncayı bile incitmekten korkardı. Çok yardımseverdi.
Ahmet Nesin:
“Ölenlerden birisi Jale’ydi. Ben Jale’ye İngiltere‘den geldikten 1 gün sonra evimizin kapısını açmıştım. Göztepe’deki İran Aryamehr Lisesi 3 öğrencisiydi. Edebiyat öğretmeni, Aziz Nesin ile söyleşi yapmasını ödev olarak vermiş ve eve geldi. Babamın odasına götürdüm, onları baş başa bıraktım.
Şimdi evdeyim; televizyonda 6 gün önce kendisine kapıyı açtığım Jale’nin ölüsü, panzer ezmiş ve ağlayamıyorum, kilitlendim, dondum. Babamla tek satır bile konuşmadık; sırrımız gibi sakladık kendi içimizde Jale olayını.
Jale benden küçüktü ama benim için yaşıtlarımdan kaybettiğim ilk devrimciydi. Bir de panzer altında kalarak can veren ilk devrimciydi. Sonraki anma toplantısında konuşmacıydım ve en zor konuşmamdı.”
Jale’nin Anısı
Lise 2. sınıfta özel ders vermeye başladı. Kazandığı para ile annemle, sanırım Kapalı Çarşı’dan yeşil kadife kot almış ve çok mutlu olmuştu. Çok da yakışmıştı. 1 Mayıs’ta da üzerinde o kot vardı. Üzerindeki kırmızı rüzgârlık da Filiz’indi.
Ablası Hale Yeşilnil: “Ve bu sene nihayet, son anda ablasından Jale’nin mezar yerini öğrendim. 43 yıl sonra Jale’yi mezarı başında anabildim. Mücahit ile mezarı temizledikten sonra mor, kırmızı ve yeşil çiçekler ektik mezarına. Ablası ‘Papatyaları çok severdi’ demişti, onu da ihmal etmedik.”
Arkadaşı Kadir Akın: Jale Yeşilnil, 1 Mayıs 1977’nin belki de en bilinen ismi geçen kayıplarından. Her sene 1 Mayıs anmalarında, özellikle kadınların ellerinden düşmeyen fotoğraflarından tanıyoruz Jale’yi. Jale, 1 Mayıs 1977’de yaşamdan koparıldığında henüz 17 yaşındaydı. Diğer insanlara ve çevresinde olup bitenlere karşı her zaman duyarlıydı. Doktor olmak ve yoksul insanları ücretsiz muayene etmek istiyordu.
Ablası Hale Yeşilnil bugüne dek hiçbir yere konuşmamış Jale’yle ilgili. Kızına vermiş kardeşinin ismini. Jale Yeşilnil’i, küçük kardeşi Jale’den derin bir sevgiyle, şefkatle ve hayranlıkla bahseden ablası Hale Yeşilnil ve onu Göztepe Kültür Derneği’nden tanıyan yazar Kadir Akın’dan dinliyoruz.
Ablası Hale Yeşilnil Anlatıyor
Babam Devlet Demiryolları’nda Gar Müdürü’ydü. Onun memuriyeti nedeniyle Adıyaman Gölbaşı ilçesine gelmiştik. Benim ilkokula başladığım yıl, 15 Haziran 1960’da Jale kardeşim burada dünyaya geldi. Güzel bir haziran sabahıydı. Annem tüm doğumlarını lojmana çağırdığı bir ebeyle yapardı. Doğum öncesi ağabeyimle beni bahçeye çıkardılar. Annemin işlerini paylaştığı Kürt bacısı haber verdi doğumun bittiğini.
Annemin yanına ulaşınca bu yaşıma dek anımsamadığım güzellikte gülümseyen, gözleri açık bir bebek gördüm. Çok güzeldi. Ağlama sesini duymadım desem yeridir Jale’nin. Bazen annem çok uyudu diye uyandırırdı onu. Bu müdahalede dahi gülümseyerek açardı gözlerini. Sevgi dolu, neşe dolu bir çocukluk yaşadı Jale. Her zaman tebessüm halindeki yüzüne her ortamda insanların dönüp bir kez daha baktığına çok kez tanıklık ettim.
Babamın Nazilli’ye tayini çıkınca annemin hepimizin çok sevdiği Kürt bacısı tren kalkana dek istasyondan ayrılmadı. “Bu güzel kızımdan ayrı nasıl yaşarım,” diye ağladı. Bizden bir buçuk iki saat uzaklıkta yaşadığı köyde altı çocuk sahibi bir anneydi halbuki o da.
Biz aydın ve eğitimli, demokrat bir anne ve babaya sahiptik. Bu hepimizin temel şansı oldu. Babam yapısı gereği daha az konuşurdu; ama annem çok farklıydı. Jale, güzelliğini de huylarını da annemden almıştı. Üretken, yaratıcı, güçlü bir yapıya sahipti. Çok okurdu.
Jale’nin Anıları
Yazın bazen hafta sonu hep birlikte babamların Fenerbahçe’deki kamplarının plajına giderdik. Bazen hafta arası ikimiz, annemin hazırladığı sandviçlerle gün boyu kalırdık orada. Kartımız olduğu için ücret ödemezdik. Gidiş ve dönüşte de yürürdük zaten.
Kamptan tanıştığı Orhan Özay’la devam eden arkadaşlığı, yakın arkadaşlığa dönüşmüştü. Erko Sitesi Çam Apartmanı 30 numaralı dairede yaşıyorduk o zaman. B Blok’ta, sanırım ilkokuldan beri arkadaşlığının devam ettiği Filiz’i iyi biliyorum. Annelerimiz de günlerden tanışıyordu.
Bazen Filiz’den giysi alır, değişik değişik giyerdi onları. Giyinmeye çok düşkündü. Lise 2. sınıfta özel ders vermeye başladı. Kazandığı para ile annemle, sanırım Kapalı Çarşı’dan, yeşil kadife kot almış ve çok mutlu olmuştu. Çok da yakışmıştı. 1 Mayıs’ta da üzerinde o kot vardı. Üzerindeki kırmızı rüzgârlık da Filiz’indi.
Küçükken Jale de ben de doktor olmak istiyorduk. Jale’nin bu isteği hepimizin çok hoşuna giderdi. Sonraki yıllarda bu projesini geliştirdi. Anadolu’da çalışacak ve haftada en az iki gün ücretsiz olarak hastaları tedavi edecek ve parası olmayanlardan hiçbir zaman ücret almayacaktı.
1 Mayıs Anıları
1 Mayıs’la ilgili iki tanık var: Ağabeyim ve Orhan Özay. Eve gelip haber veren de Orhan’dı. Yaralı olduğunu söyledi, ağabeyimle gittiler. Sonra ağabeyim morgda teşhis ediyor. Osmanağa Camii’ne beni ve annemi sokmadılar. Bu konuda ağabeyim hiç ama hiç konuşmadı. Zaten siyasi görüş farklılığımız nedeniyle ilişkilerimiz pek iyi değil.
Sonraki günlerde Orhan’a sorduğumda panzer olayını doğrulamadı. Sadece aldığı yaralardan ve sürüklenme yaralarından bahsetti. Orhan önce Kurtuluş, sonra da MLSPB militanlarındandı. 12 Eylül’de ağır işkence gördü. İdamla yargılandı. Ağır işkencelere dayanamayışı ve biraz da annesinin etkisiyle itirafçı oldu. Sonra bir gün bir polis kurşunuyla öldürüldü. Kesin bir bilgi yok o yüzden bende de ne yazık ki. Ama Jale’yi yıkamaya girenlerden Şule Teyze, annemin dayısının kızı, sadece yaralardan söz etti. 1980’de çok uğraştım morg raporunu almak için ama ulaşamadım.
Jale aramızdan ayrıldıktan sonra tanımadığımız insanlar bize ulaştı. Başsağlığında bulundular. Ağabeyimle iyi olmayan, zaman zaman çok da kırıcı olabilen ilişkimiz babamın ölümünden sonra iyice beter oldu. İki kız kardeşime çok düşkündü; ama Jale’yi bir başka severdi. Çok umutları vardı ve çok inanırdı. 1 Mayıs 1977 yaşandığı zaman Deniz Kuvvetleri’nde yedek subaydı. İzinler durdurulmasına rağmen annemin isteğiyle izinli olarak Göztepe’ye geldi.
1 Mayıs yaklaşırken, o son hafta annemle hep tartıştık. 1 Mayıs’a üç gün kala benim dışarı çıkmam bile sorun oldu. Koşamadığım için hep korku yaşardı. Bana en son “Eğer kaçarsan kendimi demiryoluna atarım,” diye bağırdığı zaman “Sen tüm çocuklarına yakın, sevgi dolu bir annesin nasıl olur,” dediğimi anımsıyorum. Oysa, 1976 1 Mayısı’nda sadece çok dikkatli olmamı söyleyerek beni kendisi 5:30’da uyandırmıştı. Annem okuyan, bilinçli ve aydın bir kadındı. Provokasyon olacağını ve olay çıkacağını iyi biliyordu.
“Hem biliyor hem de bilmiyordum Jale’nin o gün orada olacağını.” Bugüne dek niye ben değil de Jale diye düşündüm hep. O yaşamalıydı. Var olan üzüntüme bir de bu üzüntü eklendi ve yıllarca bu duyguyla yaşadım.
Unutulmaz Konuşmalar
Jale’yle iki konuşmamızı hiç unutmuyorum. Lisede bir edebiyat öğretmeni vardı, Mehmet Başaran. Benim ve annemin çok okuduğu, sevdiği büyük yazar ve güzel insan. 1 Mayıs sonrası çok kez kardeşi ve öğretmen arkadaşlarıyla destek oldular bize. Mehmet Başaran bir gün Jale’yi Aziz Nesin’le röportaj yapması için görevlendirmişti. Röportaj öncesi aldığı notları, soracağı soruları paylaştı benimle. Anadolu’nun yüzyıllık yalnızlığını, halkların cahil bırakılış nedenlerini, cahil ama güzel insanların yaşadığı yoklukları, yoksunlukları ve dayatılan imkân eşitsizliğini sormuştu.
Büyük yazar Aziz Nesin’in özyaşam sürecinde yaptıkları, yapamadıkları, amacı, projeleri ve Jale’nin kendi düşündükleri, önerileri de vardı notlarında. Bitince “Nasıl buldun abla, senin de görüşünü almak istiyorum,” dedi. Bir an düşündüm, ekleyecek hiçbir şey bulamadım. “Jale,” dedim, “bence mükemmel olmuş. Ama bilirsin ben bu hususlarda iyi olmayan bir noktadayım.”
Unutamadığım ikinci konuşmamız 1 Mayıs 1977 öncesindeki son hafta, perşembe günüydü. Ben evdeydim. Mutfakta duruyordum ve sadece ikimiz vardık evde. Ağabeyim yedek subay olduğu için hafta sonu eve gelmesi bekleniyordu. Annem ve küçük kız kardeşim de yoktu.
“Seninle biraz konuşalım mı abla,” dedi. Tabağına bir portakal, bir elma aldı. Salona geçtik. Ben kanepede, Jale koltukta. “Ağabeyimle ilişkiniz kötü, ben de sana çok yakın olamadım abla,” diye başladı. “Hayır,” diye itiraz ettim. “Ağabeyim sizi çok sevdiği için korumak istiyor, ben de sizi de çok seviyorum ağabeyimi de,” dedim. “Ama bir türlü olmuyor işte. Beni hep ayakları yere basmıyor olarak görüyor, biliyorum, o da beni seviyor ama yapısı böyle, aşamıyor,” dedim.
“Hafta sonu ağabeyim de burada olacak, annem zaten seni 1 Mayıs’a göndermeyecek abla,” dedi. Ardından Kurtuluş ve 1 Mayıs için görüşlerimi sordu. Jale’nin gittiği Göztepe Kültür Derneği, Kurtuluş görüşündeydi. Arkadaşlarından Murat ve Hüseyin’i biliyorum. Bunları konuştuk. “Annem provokasyon olacak derken haklı Jale,” dedim, ama yine de yasaklamasını anlamıyorum. “Ben örgütlü katılacağım, güçlü arkadaşlar her eylemde kitlesine sahip çıkıyor, Cerrahpaşa olaylarında da yaşadık, sen ne düşünüyorsun,” dedim ona.
“Biz okuldan arkadaşlarla Çamlıca’ya gideceğiz, piknik yapacağız, ama tabii ben de 1 Mayıs’a gitmeyi çok isterdim,” dedi. Kesinlikle olay çıkacağını, örgütlü katılmak gerektiğini birkaç kez yineledim ben de.
Jale’nin Son Sabahı
1 Mayıs 1977 Pazar sabahı Jale uyandığında ben de salondaki çekyat yatağımda uyanıktım. Annem de uyanmıştı. Mutfaktan gelen konuşma seslerini duyuyordum. Jale yumurtaları haşlarken annem de hazırlığına yardımcı oluyordu. Hem biliyor hem de bilmiyordum Jale’nin o gün orada olacağını. Neden ısrar etmedim bunu öğrenmek için, bu hâlâ içimde dinmeyen bir sızı.
Uyandığımda ilk işim günaydın demeden anneme, “Beni 1976’da, tam da Jale’yi geçirdiğin saatlerde, 1 Mayıs’a güle güle diye göndermiştin. Şimdi Jale’ye izin vererek beni çok üzdün. O arkadaşlarıyla pikniğe gitti, ben evde kalmak zorundayım,” dedim. Annem ise, “Alanda kötü olaylar bekleniyor, ben olmaması, iyi şeyler yaşanması için dua ediyorum. Sana o yüzden izin vermedim bu sene, beni anla kızım,” dedi.
Kâbus Başlıyor
Akşam saatlerinde televizyon haberleri ile kâbus başladı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Saatler ilerleyip Jale eve dönmediğinde ise endişeler çoğaldı. Ben ve annem zaman zaman birbirimize sarılıp ağlamaya başladık. Saat 22:00’ye doğru yakın arkadaşı Orhan geldi. Ağabeyim giyinirken Orhan’a sarılarak, “Gerçekten yaralı mı, yaşıyor değil mi, televizyondaki görüntüler çok kötü,” dedim. Orhan gerçeği sakladı. “Yaralı,” dedi. Ağabeyimle evden çıktılar. Ağabeyim dönmeyince, gece 1’e doğru yakında oturan Zeki Coşkun’un evine gittik. Annesi evde yok dedi. Oysa evdeydi. Jale Kazancı Yokuşu’ndan inerken tekrar alana dönmüş meğer.
1 Mayıs’tan 5 Mayıs’a kadar morgda bekledi Jale. Bu arada eve sürekli resmi ve sivil kıyafetli polisler geldi. Ben ise hep mutfakta oturup koridorun karşısındaki sokak kapısının açılmasını bekledim. Okul arkadaşları “Cenazeyi bırakmayacağız abla değil mi?” diye sordu hep yalvararak. O süreçte onlarla adeta kenetlendik.
1 Mayıs sabahı eve dönen ağabeyim perişandı. Ardından eve gelen doktor hepimize Diazem iğnesi yaptı. İlacın etkisiyle herkes kendinden geçti. Ertesi gün yine gelen doktora, aile yakınlarımız benim uyumadığımı söyleyince annem, ağabeyim ve küçük kardeşime de yine iğne yapıldı.
Defin Süreci
İkinci gün polisler gelmeye başladı. Cenaze morgdan alındıktan sonra hemen defnedilecek, dediler bize. Sivil polisler İTÜ’deki sivil polislerden benim İTÜ-DER üyesi olduğumu öğrenmişler. Onlara söz verdim, “Cenazede beş-altı sınıf arkadaşı dışında sınıf ve okul arkadaşları olacak ve 16-17 yaş ağırlıklı bir kitle ama yürüyeceğiz,” dedim. Jale omuzlarda, Karacaahmet’e babamın yanına defnedilecek dedim. Ailem haklı olarak çekiniyordu. Osmanağa sonrası için yürüyüş izni verildi nihayet. Pol-Der [Polis Derneği] çok destek oldu o zaman. Onları da 12 Eylül faşist darbe sonrasında bitirdiler zaten.
Osmanağa Camii’nden yürüyüşe geçildi. Okul ve sınıf arkadaşları tabuta omuz vermek isteyen dayıma dahi, “Amca lütfen,” diyerek zorla yer açmışlar. Kortej köprü altında pozisyonlanmış iken kalaşnikoflarla polisler çıktı önümüze. Herkesin ellerini havaya kaldırmasını ve sonra yere yatmasını bağırarak söylediler. İşte o zaman çok korktum. Kendim için değil asla!
Kamptan tanıştığı Orhan Özay’la devam eden arkadaşlığı yakın arkadaşlığa dönüşmüştü. Erko Sitesi Çam Apartmanı 30 numaralı dairede yaşıyorduk o zaman. B Blok’ta sanırım ilkokuldan beri arkadaşlığının devam ettiği Filiz’i iyi biliyorum. Annelerimiz de günlerden tanışıyordu. Bazen Filiz’den giysi alır, değişik değişik giyerdi onları. Giyinmeye çok düşkündü.
Lise 2. sınıfta özel ders vermeye başladı. Kazandığı para ile annemle, sanırım Kapalı Çarşı’dan, yeşil kadife kot almış ve çok mutlu olmuştu. Çok da yakışmıştı. 1 Mayıs’ta da üzerinde o kot vardı. Üzerindeki kırmızı rüzgârlık da Filiz’indi. Küçükken Jale de ben de doktor olmak istiyorduk. Jale’nin bu isteği hepimizin çok hoşuna giderdi. Sonraki yıllarda bu projesini geliştirdi. Anadolu’da çalışacak ve haftada en az iki gün ücretsiz olarak hastaları tedavi edecek ve parası olmayanlardan hiçbir zaman ücret almayacaktı.
1 Mayıs 1977
1 Mayıs’la ilgili iki tanık var: ağabeyim ve Orhan Özay. Eve gelip haber veren de Orhan’dı. Yaralı olduğunu söyledi, ağabeyimle gittiler. Sonra ağabeyim morgda teşhis ediyor. Osmanağa Camii’ne beni ve annemi sokmadılar. Bu konuda ağabeyim hiç ama hiç konuşmadı. Zaten siyasi görüş farklılığımız nedeniyle ilişkilerimiz pek iyi değil.
Sonraki günlerde Orhan’a sorduğumda panzer olayını doğrulamadı. Sadece aldığı yaralardan ve sürüklenme yaralarından bahsetti. Orhan önce Kurtuluş, sonra da MLSPB militanlarındandı. 12 Eylül’de ağır işkence gördü. İdamla yargılandı. Ağır işkencelere dayanamayışı ve biraz da annesinin etkisiyle itirafçı oldu. Sonra bir gün bir polis kurşunuyla öldürüldü. Kesin bir bilgi yok o yüzden bende de ne yazık ki. Ama Jale’yi yıkamaya girenlerden Şule Teyze, annemin dayısının kızı, sadece yaralardan söz etti. 1980’de çok uğraştım morg raporunu almak için ama ulaşamadım.
Yaşanan Acı
Jale aramızdan ayrıldıktan sonra tanımadığımız insanlar bize ulaştı. Başsağlığında bulundular. Ağabeyimle iyi olmayan, zaman zaman çok da kırıcı olabilen ilişkimiz babamın ölümünden sonra iyice beter oldu. İki kız kardeşime çok düşkündü; ama Jale’yi bir başka severdi. Çok umutları vardı ve çok inanırdı. 1 Mayıs 1977 yaşandığı zaman Deniz Kuvvetleri’nde yedek subaydı. İzinler durdurulmasına rağmen annemin isteğiyle izinli olarak Göztepe’ye geldi.
Annenin Kaygıları ve 1 Mayıs 1977
1 Mayıs yaklaşırken, o son hafta annemle hep tartıştık. 1 Mayıs’a üç gün kala benim dışarı çıkmam bile sorun oldu. Koşamadığım için hep korku yaşardı. Bana en son “Eğer kaçarsan kendimi demiryoluna atarım,” diye bağırdığı zaman, “Sen tüm çocuklarına yakın, sevgi dolu bir annesin, nasıl olur?” dediğimi anımsıyorum. Oysa, 1976 1 Mayısı’nda sadece çok dikkatli olmamı söyleyerek beni kendisi 5:30’da uyandırmıştı. Annem okuyan, bilinçli ve aydın bir kadındı. Provokasyon olacağını ve olay çıkacağını iyi biliyordu.
“Hem biliyor hem de bilmiyordum Jale’nin o gün orada olacağını…” Bu cümle, içimde yıllardır dinmeyen bir sorgulama bıraktı. Neden ben değil de Jale? O yaşamalıydı. Üzüntümün üzerine bir de bu duygu eklenmişti ve yıllarca bu hisle yaşadım.
Jale ile Hatıralar
Jale’yle geçmişte yaptığımız iki önemli konuşmayı hiç unutmuyorum. Lisede bir edebiyat öğretmeni olan Mehmet Başaran’ı ve onun Jale’ye olan desteklerini hatırlıyorum. Okumayı seven herkesin saygı duyduğu biriydi; onun sayesinde 1 Mayıs sonrası çok kez kardeşi ve öğretmen arkadaşları yanımızda oldular.
Bir gün, Mehmet Başaran Jale’yi Aziz Nesin ile röportaj yapması için görevlendirmişti. Röportaj öncesi Jale’nin aldığı notları, soracağı soruları benimle paylaştı. Anadolu’nun yüzyıllık yalnızlığını, halkların cahil bırakılış nedenlerini, yoksullukları ve imkân eşitsizliğini sormuştu. Jale’nin notlarında, Aziz Nesin’in özyaşam sürecinde yaptıkları, yapamadıkları, amacı ve projeleri de vardı.
Bitince, “Nasıl buldun abla, senin de görüşünü almak istiyorum,” dedi. Bir an düşündüm, ekleyecek hiçbir şey bulamadım. “Jale,” dedim, “bence mükemmel olmuş. Ama bilirsin, ben bu hususlarda iyi bir noktada değilim.”
Son Günlerdeki Konuşmalar
Unutamadığım ikinci konuşmamız, 1 Mayıs 1977 öncesindeki son hafta, perşembe günüydü. Evdeydim; sadece ikimiz vardık. Ağabeyim yedek subay olduğu için hafta sonu eve gelmesi bekleniyordu. Annem ve küçük kız kardeşim de yoktu.
“Seninle biraz konuşalım mı abla,” dedi. Tabağına bir portakal, bir elma aldı ve salona geçtik. Ben kanepede, Jale koltukta oturuyordu. “Ağabeyimle ilişkiniz kötü, ben de sana çok yakın olamadım abla,” diye başladı. “Hayır,” diye itiraz ettim. “Ağabeyim sizi çok sevdiği için korumak istiyor; ben de sizi seviyorum, ağabeyimi de,” dedim.
“Ama bir türlü olmuyor işte. Beni hep ayakları yere basmıyorum olarak görüyor. Biliyor, o da beni seviyor ama yapısı böyle, aşamıyor,” diyordu. “Hafta sonu ağabeyim de burada olacak, annem zaten seni 1 Mayıs’a göndermeyecek, abla,” dedi. Ardından Kurtuluş ve 1 Mayıs için görüşlerimi sordu. Jale’nin gittiği Göztepe Kültür Derneği, Kurtuluş görüşündeydi. Arkadaşlarından Murat ve Hüseyin’i biliyordum.
“Annem provokasyon olacak derken haklı, Jale,” dedim, ama yine de yasaklamasını anlamıyordum. “Ben örgütlü katılacağım. Güçlü arkadaşlar her eylemde kitlesine sahip çıkıyor; biz de Cerrahpaşa olaylarında yaşadık. Sen ne düşünüyorsun?” dedim ona.
Jale’nin Son Yolu
“Biz okuldan arkadaşlarla Çamlıca’ya gideceğiz, piknik yapacağız, ama tabii ben de 1 Mayıs’a gitmeyi çok isterdim,” dedi. O gün kesinlikle olay çıkacağını, örgütlü katılmak gerektiğini birkaç kez yineledim ben de. 1 Mayıs 1977 Pazar sabahı Jale uyandığında ben de salondaki çekyat yatağımda uyanıktım. Annem de uyanmıştı. Mutfaktan gelen konuşma seslerini duyuyordum. Jale, yumurtaları haşlarken, annem de hazırlığına yardımcı oluyordu. Hem biliyor hem de bilmiyordum Jale’nin o gün orada olacağını. Neden ısrar etmedim bunu öğrenmek için? Bu hâlâ içimde dinmeyen bir sızı.
Uyandığımda ilk işim, günaydın demeden anneme, “Beni 1976’da, tam da Jale’yi geçirdiğin saatlerde, 1 Mayıs’a güle güle diye göndermiştin. Şimdi Jale’ye izin vererek beni çok üzdün. O arkadaşlarıyla pikniğe gitti, ben evde kalmak zorundayım,” dedim. Annem ise, “Alanda kötü olaylar bekleniyor, ben olmaması, iyi şeyler yaşanması için dua ediyorum. Sana o yüzden izin vermedim bu sene, beni anla kızım,” dedi.
Akşam saatlerinde televizyon haberleri ile kâbus başladı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Saatler ilerleyip Jale eve dönmediğinde endişeler çoğaldı. Ben ve annem zaman zaman birbirimize sarılıp ağlamaya başladık. Saat 22:00’ye doğru yakın arkadaşı Orhan geldi. Ağabeyim giyinirken Orhan’a sarılarak, “Gerçekten yaralı mı, yaşıyor değil mi? Televizyondaki görüntüler çok kötü,” dedim. Orhan gerçeği sakladı. “Yaralı,” dedi. Ağabeyimle evden çıktılar.
Ağabeyim dönmeyince, gece 1’e doğru yakında oturan Zeki Coşkun’un evine gittik. Annesi evde yok dedi. Oysa evdeydi. Jale, Kazancı Yokuşu’ndan inerken tekrar alana dönmüş meğer.
1 Mayıs’tan 5 Mayıs’a kadar morgda bekledi Jale. Bu arada eve sürekli resmi ve sivil kıyafetli polisler geldi. Ben ise hep mutfakta oturup koridorun karşısındaki sokak kapısının açılmasını bekledim. Okul arkadaşları cenazeyi bırakmayacağız abla, değil mi? diye sordu hep yalvararak. O süreçte onlarla adeta kenetlendik.
1 Mayıs sabahı eve dönen ağabeyim perişandı. Ardından eve gelen doktor hepimize Diazem iğnesi yaptı. İlacın etkisiyle herkes kendinden geçti. Ertesi gün yine gelen doktora, aile yakınlarımız benim uyumadığımı söyleyince annem, ağabeyim ve küçük kardeşime de yine iğne yapıldı.
İkinci gün polisler gelmeye başladı. Cenaze morgdan alındıktan sonra hemen defnedilecek dediler bize. Sivil polisler İTÜ’deki sivil polislerden benim İTÜ-DER üyesi olduğumu öğrenmişler. Onlara söz verdim, “Cenazede beş-altı sınıf arkadaşı dışında sınıf ve okul arkadaşları olacak ve 16-17 yaş ağırlıklı bir kitle ama yürüyeceğiz,” dedim.
Jale, omuzlarda, Karacaahmet’e babamın yanına defnedilecek dedim. Ailem haklı olarak çekiniyordu. Osmanağa sonrası için yürüyüş izni verildi nihayet. Pol-Der (Polis Derneği) çok destek oldu o zaman. Onları da 12 Eylül faşist darbe sonrasında bitirdiler zaten.
Osmanağa Camii’nden yürüyüşe geçildi. Okul ve sınıf arkadaşları tabuta omuz vermek isteyen dayıma dahi, “Amca, lütfen,” diyerek zorla yer açmışlardı. Kortej köprü altında pozisyonlanmışken kalaşnikoflarla polisler çıktı önümüze. Herkesin ellerini havaya kaldırmasını ve sonra yere yatmasını bağırarak söylediler. İşte o zaman çok korktum. Kendim için değil asla, kitle ağırlıklı olarak 16-17 yaşında gençlerden oluşuyordu.
Bazılarının yanında anne ve babası vardı. Ama onlar, kimseye bırakmak istemedikleri sevgili Jale’yi kalaşnikoflu polislere de bırakmadılar. Hiç korkmadılar. Güzel yürekleriyle var oldular ve Jale’yi asla yere bırakmadılar. Tabutu tutmayı nöbetle değiştirerek sırayla polise üstlerini arattılar. Ben onları görmek için başımı kaldırdığımda bir tekme yedim. Yakınımda olan dayım daha fazla darp edildi. Ama kortejde hiçbir panik ve kaos yaşanmadı.
Tekrar devam edilen yürüyüşte arkadaşlarının omuzlarında Karacaahmet Mezarlığı’na ulaştık. Ve toprağa verdik Jale’yi. Yaşamının baharında, büyük insan bilgeliğinde olan canım kardeşimi. Jale, sen benim yüreğimi Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve nice devrimcilerle birlikte yaktın ki ne yakmak.
Işıklarla kal canım kardeşim. Yıldızlar hep yoldaşın olacak senin. Unutulmayacaksın. Hepiniz güneşe akınla her zaman varolup, hep yaşayacaksınız.
Sonsuzluğa uzanan bu yolda, bıraktığın izler ve anıların, yaşadıklarımızla yaşayacak. Mücadelelerin, hayallerin ve fedakarlıkların, gelecek nesillere ilham kaynağı olacak. Her birimiz içinde senin özünü taşımaya devam edeceğiz. Adın hep anılacak, kalbimizde ölümsüz kılınacaksın. Ve her 1 Mayıs’ta, haykırışlarımızda, senin ışığını hissedeceğiz.