Bu gece Özden’in senaryosunu yazdığı filmi, filmin adına yakışır gibi izlemeye çalıştım. Aslında biz ona özlem derdik; neden Özden yazıyor? Peki, kimlikte? İşte o da çok uzun bir gözyaşı. Ne yapalım ki, çok daha kötüsü belletile belletile büyütüldük; ağlamak, ayıptan da öte bir küçüklüktü hepimiz için. Gözyaşlarımızı hep uzak zamanlara erteledik ve daha da erteleyeceğiz, sanırım. Yerli Film repliğiyle büyümüş bir kuşağın çocuklarındanız; ağlamak yasak bize.
Ne yazık ki ya da maalesef, veya eski yerli filmlerimizdeki gibi mamafih deyip geçerken sevgili okurlara şunu ekleyeyim: Ne kadar zeki, bilgili ya da cesur olursanız olun, her şeyi bir çırpıda anlayamazsınız. İşin daha da kötüsü vardır; anladığınızda daha şaşkın olursunuz. İyisi mi, şimdiye kadar yaptığınız gibi yapmaya devam edin; duyarlılığınızı tersinden yaşamaya çalışın, anlamamazlıktan gelin! Yoksa, Tanrı korusun, çok daha korkunç varsayımlara varabilirsiniz. Her şeyin altında ve de üstünde “Devlet” falan deyip altmışından sonra da sonun “Devlet” eliyle bitmesine neden olabilirsiniz gibi bir saçma cümle yazmayacağım. Bizim ülkemizde her iş sarpa sardığında devleti suçlamak, yoksulların galiba biricik dayanağı. Şimdi daha yazının başında kim kimin düşmanı diye de sormak geliyor içimden ama kendimi tutmam gerekiyor, sanırım. Ne de olsa konumuz Cem Karaca’nın Gözyaşları.
Bir ara filmi izlerken isme takıldım ve saçmalıklara yeni çağrışımlarla katkıda bulundum; söz yaşları dedim kendi kendime. Sonra düşündüm; söz bile edemedik, sözsüz yaşlar olsun öyleyse, bu uydu sanırım. Afedersiniz, çok öznelleştim sanırım. Gayet nesnel ve başarılı bir film. Duygusallığı oldukça içli ve derin. Tam bizlik yani. Derinliği değil, canım, duygusallığı çok içli. Demek ki yalnızca yazanlar değil, okuyanlar da paranoyak olabiliyormuş. Bu kadarı da olur artık; ne de olsa konumuz Cem Karaca’nın Gözyaşları.
Filmdeki Cem Karaca’nın askerde ilk eşi tarafından terk edilmesi çok sarstı; adeta bundan yirmi altı yıl önceye götürdü. Bende 39 yaşında bunu yaşamıştım ve Özden 19 yaşındaydı. Evrenin döngüsü mistik ötesi ve ilişkilendirme ustası olmanın yolu acıdan, hem de büyük acılardan geçiyor kesinlikle. Sanırım Eric Hoffer demişti, ”sanat yüceltir, siyaset çürütür” diye. Ne kadar güzel değil mi?… Büyük acılarımız bile sevinçle taçlanabiliyor…
Sonuç olarak, kalbimizde açtığı yaralar, kim bilir belki de en güzel melodilerin notalarıdır; her sarsıntı, bizi biraz daha derin ve anlamlı bir yaşamın eşiğine taşırken, karanlık geceleri aydınlatan yıldızlar misali, geçmişin izlerini geleceğin umutlarıyla donatıyor
”Geçmişte ne yaşanmışsa başka türlü olmayacağı için öyle olmuştur. ”Diyen Marx amcayı ve sizleri saygıyla selamlayıp bir başka yazıda görüşmek üzere dostlar.