G-QXXHXL9JW0
USD34,72
%-0.03
EURO36,59
%0.13
EURO/USD1,05
%0.2
BIST9.886,05
%0.6
Petrol72,48
%-1.55
GR. ALTIN2.960,61
%0.33
BTC3.332.847,47
%0.11
Cemil Uçar
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Kültür & Sanat
  4. İnsan Öğrendiklerini Anlamamak İçin Direnen Bir Varlıktır

İnsan Öğrendiklerini Anlamamak İçin Direnen Bir Varlıktır

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İnsan Öğrendiklerini Anlamamak İçin Direnen Bir Varlıktır. Bir Kitap: ”Alçaklığın Evrensel Tarihi”

Yaşarken kibrinden geçilmeyen insanoğlu, ölünce sinekleri toplamaktan başka bir işe yaramıyor”
Alçaklığın Evrensel Tarihi, Jorge Luis Borges

İnsan, zamanla öğreniyor, hiç kuşkusuz; bu bitmeyen bir süreçtir. Peki, zaman bizden ne öğreniyor? İşte, çoğu kişi tarafından sorulmayan ve sorulsa bile derinliğine inilmeyen bir soru. Bu konu hakkında yazmak istediğimde düşündüm:

Zamanın bizden öğrenmesi ne demektir?

Bu soruyu yanıtlamak pek kolay olmasa da genel çerçeve olarak şöyle diyebiliriz: Yaptıklarımız; sanat, edebiyat, müzik veya siyaset aracılığıyla ürettiklerimizin tümü. Bunlar arasında siyasetin uzun vadeli yaşadığını ilk bakışta söyleyebilirsiniz; ancak üzerinde düşündükçe bunun böyle olmadığını göreceksiniz. Siyaset, tüm boyutlarıyla nankör ve verdiklerinden fazlasını hep alan bir resmi veya gayri resmi kurumdur. Adeta, kendi başına kendisi için işleyen, narsist bir cansız canlı gibidir. Söylediklerimi elbette açacağım; ancak az biraz benim açılmaya ihtiyacım var, çünkü yeni uyandım. Yoksa hâlâ uyuyor muyum?

İnsanların çoğu öğrenmemek için direniyor; oysa ben tanıdığım herkesten bir şey öğrenirim. Tanıdık, arkadaşlık ve dostluk birbirinden o kadar farklı ki.

Okumak, yazmak ve bin-bir deneyim yaşamak aslında hepimize tek bir şey öğretir: İçtenlik.

Evet, evet, bu tek bir sözcükle ifade edilir ve anlarsınız: Kişi içten yani samimi mi, yoksa değil mi? Ruh hastaları derken, ironi olarak kullandığımız delilikle bunu sakın karıştırmayın, lütfen! Bir Güneydoğu Anadolu sözü şöyle der: “Deli sevilir, densiz sevilmez.”

Milyarlarca insanı tanımanız ve anlamanız olanaksızdır ve pek tabii ki ruh hastalığının sayısız çeşidi vardır. İnsanı tanımanın ve kördüğümü çözmenin yolu, karşınızdaki kişinin içten olup olmadığıdır.

Okumak, yazmak ve sayısız deneyimle düşüp kalkmak aslında yalnızca bunu öğretir ve hepimize bunu öğütler: Kişi içten değilse, def edin gitsin!

Ortalama ve genel olarak söylenen ve herkesin kolaylıkla kabul edeceği gerçekliklerin hedefi kendimiz olduğunda, kesinlikle hepimiz karşı çıkmakla kalmaz, konuyu  dillendirene de hemen düşman oluruz.

  • Kütüphaneler asla sokak sözlerinin anlattığı kaba, saygısız ve bencil tipleri anlatamaz! Genetik olarak hakaret sayılan bir akademik söz örneğin; ”PİÇ” kelimesini iltifat diye anlayan, kurnazlığı zeka zanneden kalabalığın çokluğu insana bildiklerini de unutturur.

Bazı kitaplar vardır aklımızı aklımızın üstüne çıkartır ve bir hayatın yükünü adeta hafifletir. İşte yazının başında alıntıladığım Jorge Luis Borges‘in  “Alçaklığın Evrensel Tarihi… Böyle bir kitap. Hiç kuşku yok ki bu kitabın yanında benim hayatın çok bilinmeyen yerlerinden  damıttığım gerçekliğin yönleri ve insanın  görkemiyle bencilliğinin bir arada oluşunu açıklamayı çok benzeştiriyorum. sanat -edebiyat gerçekliğin kabalığını alıp yumuşatır umarım bu yumuşama kalplerimize kadar işler. Şimdi sözünü ettiğim kitapla ilgili bir kaç paragraf yazmanın yerinde olacağını düşünüyorum.

İyi okumalar ve saygıyla selamlar dostlar.

Jorge Luis Borges

Latin Amerika’nın büyük kalemlerinden Gabriel Garcia Márquez ve Carlos Fuentes gibi yazarların ustalık terzisi Jorge Luis Borges, eleştirmenlerce 20. yüzyılın en büyük yazarlarından biri olarak anılır. İngiliz kökenli bir ailenin çocuğu olan Borges, babasının edebiyat tutkusundan etkilenerek, daha çocuk yaşta kelimelerle tanıştı. Öyle derin bir bağ kurmuştu ki, henüz dokuz yaşında Oscar Wilde’ın “Mutlu Prens” kitabını İspanyolcaya çevirmişti. 1931 yılından itibaren Arjantin’in önde gelen dergilerinden birinde sürekli yazmaya başladı. Düzyazı ve şiir imgelemesini harmanlayan kendine özgü tarzıyla dikkatleri üzerine çekti. Görme yetisini kaybetmesine rağmen eserlerini annesi ve sekreterine yazdıran Borges, bu durumun etkisiyle kısa şiir ve denemelere yöneldi. Birçok ödülün sahibi olan Borges, 14 Haziran 1986’da hayata veda etti.

“Alçaklığın Evrensel Tarihi” kitabının içeriği, yalnızca tarihsel bir akış değil, aynı zamanda edebi bir kurgudur. Borges’in dilinin zarafetini ve çekiciliğini açığa çıkaran eserlerden biri olarak bu kitap, İslam dünyasından Vahşi Batı’ya uzanan metinlerle Borges’in geleneklere ve çeşitli kültürlere dokunma büyüsünü okuyucuya hissettirir. Toplumsal sorunları anlatmaktan bilinçli bir şekilde kaçınan Borges, eserlerinde alegorileri, zekâ oyunlarını ve mizahı ustaca kullanarak Latin Amerika edebiyatında önemli bir çığır açmıştır.

“Alçaklığın Evrensel Tarihi”, Borges’in memleketi Arjantin’de pek çok okuyucuya ulaşan Critica gazetesinin hafta sonu eki için yazdığı, gerçekle kurgunun iç içe geçtiği metinlerden oluşmaktadır. Angel Flores’e göre, bu metinler aslında Latin Amerika edebiyatındaki büyülü gerçekçilik akımının modern döneminin ilk örnekleri arasında sayılmaktadır. Borges, okuyucusunu metinler arasında mesafe koymadan, yazarken başvurduğu kaynakları ve kullandığı hileleri açıkça ifade eden bir yazardır. İlk baskısı için kaleme aldığı önsözde bu unsurları vurgular; çünkü okuyucunun okuma sürecini bilinçli yürütmesini istemektedir. Borges’e göre, okumak yazmaktan çok daha derin bir düşünsel aktivitedir.

1954 yılındaki önsözünde, “öykü yazmayı göze alamayan, başkalarının masallarını bozan ve çarpıtan utangaç bir delikanlının sorumsuz oyunları” olarak nitelendirmişti. Bu kitapta hissedilen derin esinlenme, Borges için olağan bir durumdur. Poe, Kafka, H.G. Wells, Valéry ve daha birçok yazardan etkilenen Borges, defalarca Nobel Ödülü adayı olmuştur.

“Alçak” kelimesi derin bir anlam taşır; hikâyelerin kahramanlarının yaşadıklarının altında yatan temel unsur budur. Borges, bu kitapla sokaklarda serseriler, kabadayılar, fahişeler, tacirler, sahtekârlar ve düzenbazlarla dolu bir dünya sunar. Kahramanlarının yaşantıları aracılığıyla aşkın, hazzın ve nefretin yansımalarını okuyucuya aktarmaktadır. Gerçekten de, kendimizi bir şölenin içinde bulduğumuz anlar vardır.

Detaylı anlatımıyla Borges, okuyucuyu sarar, sarmalar; kimi zaman aklımızla alay eder, kimi zaman da kahramanlara duyduğumuz nefretle sınavdan geçirir. Bu “alçak” karakterler bazen ölür, bazen de maskelerini kaybederek ortada kalırlar. Gerçekliğin çıplaklığıyla bizlere bakan kahramanları kalbimizde asıp kesmeye hazırız.

Alçaklığa uyum sağlamak, alçakların sistem içinde kabul görmesi, hatta bu sistemin alçaklığı teşvik eden bir niteliği barındırması, kitapta sunulan hikâyeleri normalleştirirken, okurun ruhuna da bir rahatsızlık aşılıyor. Borges, bu tarzıyla düşsel bir yolculuğu şifreleyerek hem kahramanlarını hem de okuyucularını metnin derinliklerine hapsediyor. “Alçaklığın Evrensel Tarihi”nin ana izleğinde, Poe’nun dedektiflik öykülerinin izlerini bulmak mümkündür; Borges bunu hissettirmekten de asla kaçınmaz.

Amerikalı şair Richard Howard,Alçaklığın Evrensel Tarihi” hakkında şöyle der: “Borges’in bütün kitapları arasında en parlak, en çılgın ve en mantık dışı olanlarındandır. Kuşku uyandıran bir üslupla kaleme alınan bu eser, tüm üslupları, hatta kendi üslubunu bile tehlikeye atmaktadır ve insanlığın edebiyata en çok güven duyduğu bir dönemin içinden geçtiğimizin altını çizmektedir.”

Borges, bu kitapta kahramanlarıyla birlikte yaşamış, onlarla birlikte “alçaklık” tınısını duyumsamıştır. Olayları, onların gözünden değerlendirerek kurguyu adeta yeniden inşa etmiştir. Bu özgün üslubu sayesinde okuyucu, bir sinema izleyicisi gibi hazzı derinden hisseder. Borges’in hikâyelerinde en belirgin özellik, düşsel bir şekilde kurgulanan ama gerçekte var olan hikâyelerin üst kurmaca yapıya sahip olmasıdır.

Kum kitabının girişinde şöyle der Borges: “Çizgi sonsuz sayıda noktalardan oluşur; düzlem ise sonsuz sayıda çizgilerden, oylum sonsuz sayıda düzlemlerden, üst oylum da sonsuz sayıda oylumlardan… Hayır, bu kesinlikle bir moregeometrico değil, öyküme başlamanın en iyi yoludur. Her düşsel öykünün gerçek olduğunu ifade etmek günümüzde moda haline geldi, ama benimki gerçekten de gerçektir.”

Borges, gerçeğe sadık kalarak yalanlar uydurduğunu itiraf eder; bu nedenle okur, onun hilelerine ve labirentlerine hazırlıklı olmak zorundadır. Michel Foucault’ya göre labirent, “kaybolunan yer değil, aksine içinden her çıkıldığında kaybolmuş hissini veren bir mekândır.”

Belki de Borges için de durum aynıdır. Kim bilir!

İnsan Öğrendiklerini Anlamamak İçin Direnen Bir Varlıktır
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

G-QXXHXL9JW0
Giriş Yap

Haber Kontak ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!