Yirmi beş yaşlarında, körpe, alımlı bir kadın olan, noter Lubiantsev’in karısı Sofya Petrovna ile yazlık komşuları avukat İlyin ormandaki bir açıklıkla baş başa, ağır ağır yürüyorlardı. Akşam beş sularıydı. Pamuk yığını görünümündeki bulutlar bütün gökyüzünü kaplamıştı. Pamuk yığınlarının arasından tek tük açık mavi boşluklar gözüküyor, bunlar yaşlı yüksek çamların doruklarına takılıp kalmışlar gibi kıpırtısız duruyorlardı. Ortalık sessiz, hava boğucu sıcaktı.
Orman açıklığının ta ilerisinde yüksekçe bir demiryolu setti uzanıyor, tüfekli bir nöbetçi hal boyunca gidip geliyordu. Seddin hemen arkasında ise çatısı pas tutmuş beş kubbeli, büyük bir kilise yükseliyordu.
Yürürken gözlerini yerden ayırmayan, şemsiyesinin ucunu geçen yıldan kalma çürümüş yapraklara batıran Sofya Petrovna;
- “Sizinle burada karşılaşacağımızı hiç ummuyordum, dedi. Ama karşılaşmamız çok iyi oldu, çünkü ciddi bir konuşma yapmamız gerekiyor… Bazı şeylere bir son vermelisiniz, İvan Mihayloviç. Beni gerçekten seviyor, sayıyorsanız peşimi bırakın artık! Çok rica edeceğim! Bir gölge gibi sürekli beni izliyor, bakışlarınızla rahatsız ediyor, her fırsatla sevdiğinizi söylüyor, garip garip mektuplar yazıyorsunuz… Bunlar ne zaman bilecek, söyler misiniz? Sonunun neye varacağını düşündünüz mü hiç?”
İlyin’den ses yoktu. Sofya Petrovna birkaç adım attıktan sonra konuşmasını sürdürdü:
- “Şurada tam beş yıldır tanışıyoruz, ama nedense son birkaç haftadır başladı bu gibi şeyler. Sizi anlayamıyorum, İvan Mihayloviç! Bu değişikliğin nedenini söyler misiniz?”
Adamdan ses yoktu. Sofya Petrovna,
- “Durumu anlamamanıza çok şaşıyorum. Oynadığınız oyun hiç de hoş değil. Ben evli bir kadınım, kocamı seviyorum… bir de kızım var. Bunları hiç göz önüne almıyor musunuz? Ayrıca, eski bir dostumuz olarak aileyle ilgili, aile temelleriyle ilgili görüşlerimi bildiğinizi sanıyordum.”
İlyin üzüntüyle içini çekti. “Aile temelleriymiş… Aman Tanrım!”
- “Evet, öyle… Kocamı seviyor, sayıyorum; aile huzurunun büyük değeri var benim için. Kocamın, kızımın mutsuzluğuna neden olmaktansa öleyim daha iyi. Sizden çok rica ediyorum, Tanrı aşkına beni rahat bırakın, İvan Mihayloviç! Eski güzel, temiz dostluğumuza geri dönelim. Ahlamalar, oflamalar olmasın artık, çünkü size hiç yakışmıyor. Konuşuldu, karar verildi: Bundan böyle bu gibi şeylerin sözünü etmeyeceğiz, tamam mı? Şimdi başka konulara geçelim…”
Sofya Petrovna böyle diyerek İlyin’in yüzüne yan yan baktı. Beriki gene gözlerini yukarıya, bulutlara dikmişti; yüzü solgun, öfkeliydi; titreyen dudaklarını kemiriyordu. Kadın onun niçin kızıp içerlediğini anlamamakla birlikte yüzünün solgunluğu yüreğine dokundu. Okşayıcı bir sesle;
- “Gücenmeyin, ne olur,” dedi. “Eskisi gibi dost kalalım. Anlaştık mı? İşte, elimi uzatıyorum.”
İlyin bu küçük, yumuşacık eli avuçlarının içine aldı, ağır ağır dudaklarına götürerek;
- “Ben lise öğrencisi değilim,” dedi. “Sevdiğim bir kadının dostluğu beni hiç ilgilendirmiyor.”
- “Yetişir artık, konuştuk, karar verdik! Bakın, şurada bir kanepe var; gelin, oturalım.”
Sofya Petrovna’nın ruhunu tatlı bir dinginlik duygusu doldurdu; en nazik, en zor konu aşılarak bir karara bağlandığına göre İlyin’in yüzüne rahatça bakıp derin derin içini çekebilirdi. Öyle de yaptı. Ancak sevilen bir kadının seven erkek karşısındaki üstünlük duygusu kapladı ansızın yüreğini. Bu kocaman kara sakallı, yüzü erkek öfkesiyle titreyen, iri yarı, güçlü, zeki, kültürlü, söylendiğine göre çok yetenekli adamın kuzu kuzu yanına oturarak başını önüne eğmesi hoşuna gitmişti.
Sessizlik içinde geçen birkaç dakikadan sonra İlyin;
- “Hiçbir şey konuşulup karara bağlanmadı,” dedi. “Bana ahlak kitabından satırlar okuyor gibisiniz: ‘Kocamı sevip sayıyorum… Ailenin temelleri…’ falan filan… Bunları biliyorum ben, isterseniz daha fazlasını söyleyeyim… Tüm içtenliğim ve onurumla bildiririm ki, size karşı davranışlarımı ahlaksızlık, suç saymaktayım… Gördünüz mü? Yeter mi bu kadar? Öyleyse herkesin bildiği şeyleri yinelemekte ne yarar var? Bülbülün karnını acıklı sözlerle doyuracağınıza bana ne yapmam gerektiğini öğretmeniz yeterlidir.”
Devamı yarın…..