”Demek ki herkesin içinde ancak kalbiyle birlikte içinden söküp atabileceği bir acısı varmış ve herkes bu acıya sahip olmasını gerektirecek bir şey yapmış...” Biz, Yevgeni İvanoviç Zamyatin
Yakında kendimle ilgili, -birkaç özellikle de çok değerli insan için – asıl olarak da yazmamın temelini oluşturan neden (leri) anlatan bir yazı paylaşacağım. Bundan önce şunu öncelikle ve çok önemle belirtmeliyim ki, her merak kendisiyle ve dünyayla ilgili olmaktan kaynaklanan bir itki ve duygudur. Herkesin merakını giderme biçimi başka başkadır. Saygı duymak da aslında dünyamızın evrenselliği içinde, felsefi anlamda, hepimizin birer ”başka” damla olduğunu kabul etmektir.
Bilir misiniz, hepimizin parmak izi gibi bağırsak suyu dahi başka başkaymış… Değişen başkalaşan dünyamızda ”aidiyet” övüncü içinde yitmek ile benim gibi kendince kutsal saydığım, ”aile” kavramına tapınıp kimliğini yakmayı göze almak arasında temelde bir özdeşlik kurmak,
BELKİ DE ÇOĞUNLUĞA FANTASTİK GELECEKTİR…
Belki de BANA AİT bir yanılgıdır ama aynı zamanda kendim için zorunlu bir avuntudur.
Tabii ki ismi önemseyip hatta ismimize tapındığımızın birçok kişi de benim gibi farkında olmamıştır. Oysa isim yalnızca bir numaralandırmaktır. Ne de olsa her yaşanan durum ve olgu beraberinde hiç düşünülmemiş ufuklara insanı götürebilir; tıpkı beni götürdüğü gibi.
Eminim ki soy ağacı kütüğü fetişistligine de insan birden bire gelmez.. Ölüm gerçekliği beraberinde ölümsüzlük duygusunu da getirir.
Bu arada asla gerçekliği saptırma niyetinde ya da söz ustalığıyla konuyu savuşturma peşinde değilim. Tersine konunun tam ruhunu yakalamak istiyorum.
İnsanın yaşadığını özellikle yoğun olarak duyumsadığını anlatmanın, olanaksızlığını biliyorum; bunu yazmazsam huzurlu yaşayamayacağımı da biliyorum. Çünkü, kitabın adı ”Suçluyum” olsa da bunun acı bir ironi olduğunu belirtmeme gerek yok sanırım.
Belki her ”yaşlı ”kuşak gibi bizlerde yaşadıklarımızın övüncü ya da yergisine çokça takılmadan nedeni konusunda kendimizi sorgulamaya çekmeye bu yazı, belki de benim için temel olabilir sayılmalıdır.
Her merakın temelinde ancak kelimenin kendisiyle açıklanacak bir giz taşır. Merak, merak edilenden ve edenden küçük veya büyük bir bedel ister. Genellikle de bu bedeli merakı gideren çeker!
Her açıklama açıkta kalmayı da göze almakta gizlidir. Bu sözü yücelttiğimiz zaman da karşımıza eski bir söz çıkar: ”Nevi şahsına münhasır sayılmak”!
Bunlar elbette ki ölümden sonrasına ait konulardır yaşadığımız zamanlara bir faydası olmaz. Her isim sonunda bulunmamıza, konulduğumuz yerin bulunmasına yarayan bir numaradır.
Günümüzde kimlik numaralarımızın olmasını sakın rastlantı saymayın!
Kendimle ve eski yakın siyasi tarihimizle ilgili kitabı yayınlamayı eğer, başaramazsam bu notları yazmayı ilgililer için oldukça önemsiyorum. Bizim gibiler genellikle Aziz Nesin‘in harika özetlediği gibi, ”gümbürtüye” giderler. Bu arada Aziz Nesin‘in, ”Böyle Gelmiş Böyle Gitmez” kitabının bu ve benzeri kimlikleri anlamanın yanı sıra ülkemizdeki ”aydın’ların” halini anlamak için, epey faydalı olacağını da not düşmeliyim:
”Her şey açıklanamaz”
Okumanın, zamanla düşünmenin belki de en önemli boyutunun insanın, kendini kantara vurması olduğunu öğrenmenin, hüzünler bile huzurlu olmayı sağladığını çokça açıklamama gerek kalmamıştır. Elbette, herkes baktığı yerden anlayacaktır. Bu anlamda radikal, ideolojik düşünenler için elimden bir şey gelmediğini vurgulamalıyım.
Olaylara nesnel bakabilenleri, kendini herhangi bir aidiyetin tutsağı görmeyen, geleceği anlamayı önemseyenler için aşağıda anlatacağım hikaye konuyu ilişkilendirmek için bire birdir dersem abartmış sayılmam herhalde.
İnsan, kendi kalbine inanıyorsa hangi durumda göründüğünün çok kıymeti yoktur.” Derler. İnanın hayatın içinde bu sözün çok fazla işlevi yoktur. Çoğunluk her zaman ne olduğundan çok nasıl göründüğünüz ile ilgilidir.
Bu yüzden de görüşmediğim yüzlerce değerli insanların zaman, zaman epey eksikliğini çektiğimi hatta özlediğimi bilsem de tarihin geri dönmediğinin farkındayım. Geç kalmak ve yok saymak asla birbirinin yerini tutamaz.
Adetten ”öz eleştiri” verip, bir değerli akademisyen bir dostumuzun dediği gibi, seviyorum, kendime de yakışmayacağını düşünüyorum.
Bu sözlerim asla hataları savunmak anlamına gelmiyor. Ancak, özel koşullarda istisna olarak yaşananları, istisna diye yok sayamayız ki. Beni bire bir tanıyan herkes tanıyor, biliyor’ deyip geçmek yerine yıllardır bir kitap çalışması yapıyorum.
Ne yapalım Ay’da leke çok görülürmüş demek cinsinden kendimi aldatmakta olanaklı ama kendimi aldatmayı aşk gibi hoş konulara sakladım. Adı aklımda kalmamış bir yazarın sözü geldi aklıma nedense, ”Büyük fedakarlıklar genellikle yaşandığı zamanlar anlaşılmaz tersine veciz sıfatlarla ödüllendirilir.
Çoğunlukla bu da ödüllendirme ihanet kıvamındadır. Bire bir kimseye ihanet etmedim, ancak bana karşı ihanet edenleri çokça yaşadım.
İşin başı ve sonu insanın kalbinde gizlidir. Ben de ondan çok eminim. Kendimden sıkıntı veya utanacağım konular olsaydı sanırım, ben de her aklıma geldiğinde kahrolduğum ve bana özel nedenlerle çok sevdiğim, yitip gitmişlerin hüznüne üzülmek ve kendimi kahretmekle meşgul olurdum. Kahraman görünümünde ”hainleri ve hain adı takılmasına karşın kimseye ”hain”liği olmayanlardan çokça tanıyorum.
Sanıyor musunuz ki Emperyalizm dediğiniz şeytan yalnızca ”sağ” cenahtan seçer işbirlikçilerini! Ben de böyle düşünseydim, kendime inanmasaydım yirmi yıldır yazmazdım, kendimi ortaya koymazdım. Elbette geçmişte bulunduğum çizgide değilim artık!..
Köprülerin altından ne sular- seller aktı. Ancak ,ülkemizde yaşanan bu baskı ve kuşatma içinde ”Sol”a dönük geçmişi kaşıyarak eleştirilerde bulunmak değil, bu günlerde bu eleştirileri öne çıkartmak, diktatörlük ve gericiliğin değirmenine su taşımak anlamına gelir. Beni kendi kalbimden uzaklaştırır.
Biliyorum ki bugün aidiyet kaynaklı geçmiş siyasal çizgiyi savunan sayısız yiğit, onurlu ve farklı farklı bedel ödemiş insanlara karşı hiç değilse saygılı olmak, insan olmanın gereğidir. Yeri gelmişken belirtmeliyim ki, siz siz olun en önemli yakınlarınızın canı pahasına bile olsa hiçbir maddi zarar vermiş olmazsanız bile, taşıdığınız siyasal çizginin dışına savrulmayı kabul etmeyin!
Bir gün bulabilirsem bu konuda Çetin Altan‘ın yazdığı bir hikayeyi olduğu gibi yazıp paylaşmak isterim. Şimdilik aklımda kaldığı kadarıyla yazacağım. Eksik hatırlarsam eğer bağışlayın beni Çetin Altan‘ın hikayesinin adı:
”HER ŞEY AÇIKLANAMAZ”
- -”Bir gün köy evimizdeyiz hatun hastalandı. Hep alışmışız o da alışmış inekleri kendi sağmaya. ”Bey” dedi; ”ben hastayım, bir zahmet birkaç gün inekleri sen sağ, olur mu?
- -Tabii hatun dedim. Sen sıkma canını, dinlen, iyi ol bir an önce de bizi sensiz koma!
Bak, her iş birbirine karıştı. Başınızı çok ağrıtmayayım indim ahıra, ineklerden süt sağmaya. Birkaç ineği sağdım, sorunsuz, sıkıntısız!..
Derken, sıra geldi bizim süslü kızı sağmaya. Bir huysuz, bir öfkeli ki süslü kız hiç sormayın! Kovayı nereye koysam devirdi. Önce sağ ayağıyla sonra sol ayağıyla.
Ben de sinirlendim kalktım, iki arka ayağını da yandaki direğe bağladım. Bu defa da şaşıracaksınız ama bildiğimiz kuyruğuyla nasıl yaptıysa devirdi süt kovasını.
Tam bu sırada da hanım merak etmiş, hasta haliyle kalkmış tam ahırın önüne gelmiş. Ben süslü kızı zapt etmeye çalışıyorum.
Tam hanım içeri gireceği anda ben süslü kızın kuyruğunu direğe bağlamaya çalışırken pantolonun kemeri ve aynı anda düğmesi kopup ayağımdan düşmez mi? Kaldım öyle donla süslü kızın arkasında. Hanımın, ”Allah belanı versin, azgın herif ” diyerek kapıyı çarpıp gitti.
Aklımda hatunun kapı çarpması ve azgın herif sözü asılı kaldı. Şimdi siz söyleyin bakalım,
”HER ŞEY AÇIKLANIR MI”?
2020 / Büyükçekmece