Pekin’den Pentagon’a Sert “Nükleer” Resti!
Dünya siyasetinin iki kutbu arasındaki gerilim hattı, ticaret savaşları ve Tayvan krizinin ardından şimdi de “kıyamet senaryoları” üzerinden ısınıyor. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki güven bunalımı, Pentagon’un hazırladığı yeni bir savunma raporu taslağıyla diplomatik bir krize dönüştü. ABD Savunma Bakanlığı’nın, Çin’in nükleer kapasitesini “sessiz ve derinden” artırdığına dair iddiaları, Pekin yönetimini adeta ayağa kaldırdı. Çin Dışişleri Bakanlığı ve askeri yetkililer, Washington’dan gelen suçlamaları “kötü niyetli bir kurgu” olarak nitelendirerek reddetti.
Pentagon’un İddiası: “Çölün Ortasında 100 Yeni Füze Silosu”
Krizin fitilini ateşleyen gelişme, ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) Kongre’ye sunmaya hazırlandığı yıllık “Çin Askeri Güç Raporu”nun taslak metninin basına sızmasıyla başladı. Raporda, Çin’in batısındaki çöl bölgelerinde uydu görüntüleriyle tespit edildiği öne sürülen 100’den fazla yeni kıtalararası balistik füze (ICBM) silosunun inşa edildiği iddia ediliyor.
Amerikalı stratejistlere göre bu durum, Çin’in on yıllardır sürdürdüğü “Minimum Caydırıcılık” (sadece saldırıya uğrarsa karşılık verecek kadar silaha sahip olma) doktrininden vazgeçtiği anlamına geliyor. Pentagon, Pekin’in nükleer başlık sayısını 2030 yılına kadar iki, 2035 yılına kadar ise üç katına çıkarmayı hedeflediğini öne sürüyor. Bu iddialar, Washington’da “Çin tehdidi” algısını zirveye taşırken, Pekin cephesinde büyük bir öfkeyle karşılandı.
Pekin’den Zehir Zemberek Yanıt: “Gerçek Dışı ve Spekülatif”
Çin yönetimi, ABD’nin bu iddialarına karşı tarihinin en sert diplomatik dillerinden birini kullandı. Yapılan resmi açıklamada, Pentagon’un raporu “gerçekleri çarpıtan, önyargılarla dolu ve tamamen spekülatif” olarak tanımlandı.
Pekin sözcüleri, ABD’nin “100 yeni füze” iddiasını kesin bir dille yalanlayarak şu tezi savundu: “Amerika Birleşik Devletleri, kendi devasa askeri harcamalarını ve nükleer modernizasyon programlarını meşrulaştırmak için hayali bir düşman yaratıyor. Çin’in savunma kapasitesi hakkında ortaya atılan bu rakamlar, uluslararası kamuoyunu yanıltmaya yönelik bir propaganda çalışmasıdır.”
Çinli yetkililer, ülkelerinin nükleer stratejisinin “savunma amaçlı” olduğunun altını çizerek, “İlk Kullanan Olmama” (No First Use) politikasına sadık kaldıklarını, ancak ABD’nin bu ilkeyi benimsemekten kaçındığını hatırlattı.
Masa Devrildi: Silahsızlanma Görüşmelerinde “İsteksizlik” Suçlaması
Gerilimin bir diğer önemli boyutu ise diplomatik müzakere masasında yaşanıyor. Biden yönetiminden sonra gelen yeni ABD yönetimi, Çin’i Rusya ve ABD arasındaki nükleer silah kontrol anlaşmalarına (New START benzeri) dahil etmek istiyor. Ancak Pentagon’un raporunda, Çin’in bu görüşmelere katılma konusunda “isteksiz” olduğu ve şeffaflıktan kaçındığı vurgulanıyor.
Pekin yönetimi ise bu suçlamayı “ikiyüzlülük” olarak nitelendiriyor. Çin’in tezine göre; dünyanın en büyük iki nükleer gücü olan ABD ve Rusya’nın elinde binlerce nükleer başlık bulunurken, Çin’in elindeki sayı yüzlerle ifade ediliyor. Çinli diplomatlar, “Önce siz depolarınızı bizim seviyemize indirin, sonra konuşalım” diyerek, ABD’nin masaya oturma çağrısını, Çin’in gelişimini frenleme taktiği olarak görüyor. Pekin, silahsızlanma görüşmelerine katılma isteksizliği yönündeki suçlamaları kabul etmeyerek, asıl sorunun ABD’nin hegemonik tavrı olduğunu belirtiyor.
Amaç Saldırı mı, Ulusal Güvenlik mi?
Çin hükümeti, askeri modernizasyon çalışmalarının inkar edilemez bir gerçek olduğunu, ancak bunun amacının ABD raporlarında yansıtıldığı gibi “küresel hakimiyet” veya “Avrupa/ABD’ye saldırı” olmadığını vurguluyor.
Çin’in resmi ajansları ve savunma kaynakları, ülkenin “Ulusal Güvenliğini Artırma Çabası” içerisinde olduğunu açıkça ifade ediyor. Özellikle Tayvan Boğazı’ndaki Amerikan askeri varlığı, Güney Çin Denizi’ndeki devriyeler ve ABD’nin bölgede kurduğu AUKUS (Avustralya-İngiltere-ABD) ve QUAD (ABD-Japonya-Hindistan-Avustralya) gibi ittifaklar, Pekin’i “kuşatılmışlık” hissine itiyor.
Çinli yetkililer, “Evimizin kapısına kadar gelip silah gösterenler, bizim evimizi korumak için aldığımız kilide itiraz edemez” metaforuyla, balistik füze çalışmalarının tamamen caydırıcılık ve egemenlik haklarını koruma odaklı olduğunu savunuyor.
Analiz: Yeni Bir Silahlanma Yarışı mı Başlıyor?
Uluslararası güvenlik uzmanları, Washington ve Pekin arasındaki bu söz düellosunun, tehlikeli bir silahlanma yarışının habercisi olduğu konusunda uyarıyor.
ABD’nin Hamlesi: Pentagon, Çin’i “yakın rakip” (peer competitor) olarak tanımlayarak nükleer üçlemesini (kara, hava ve deniz füzeleri) yenilemek için Kongre’den trilyon dolarlık bütçeler talep ediyor.
Çin’in Cevabı: Pekin ise ekonomik büyümesini askeri güce tahvil ederek, 2049 yılına (Çin devriminin 100. yılı) kadar “dünya standartlarında bir ordu” kurmayı hedefliyor.
Bu karşılıklı güvensizlik sarmalı, sadece iki ülkeyi değil, Japonya’dan Avustralya’ya, Güney Kore’den Avrupa Birliği’ne kadar tüm küresel aktörleri savunma politikalarını gözden geçirmeye zorluyor.
Güven Uçurumu Derinleşiyor
Çin’in Pentagon raporunu yalanlaması, sahadaki gerçeği değiştirmiyor: İki süper güç arasındaki iletişim kanalları tıkanıyor ve güven uçurumu her geçen gün derinleşiyor. ABD, Çin’in şeffaf olmadığını savunurken; Çin, ABD’nin niyetinin “kontrol ve baskı” olduğunu iddia ediyor.
100 füze silosunun varlığı bir sır perdesi arkasında kalsa da, açık olan tek gerçek şu: Pasifik Okyanusu’nun iki yakasındaki sular, nükleer tartışmalarla hiç olmadığı kadar ısınıyor.











