“Umut” ya çıkarsa
Gölgedeki Filmler köşesinde bu hafta, hem kendi döneminde sansürle mücadele eden hem de bugünkü izleyici için ne yazık ki gölgede kalmış bir filmle devam etmek istedim: Umut (1970). Yılmaz Güney’in yönettiği Umut, Türk sinemasında sistem eleştirisinin sade ama en sarsıcı örneklerinden biridir.
Okuma yazması olmayan Cabbar’ın, sürekli milli piyango biletleriyle büyük ikramiyeyi kazanıp sınıf atlayacağına dair hayalleri, toplumun “ya çıkarsa” umuduyla nasıl oyalandığının çarpıcı bir yansımasıdır. Ancak piyango umudunun da tükendiği noktada, Cabbar’ın karşısına çıkan üfürükçü bir hocayla (Osman Alyanak) yeni bir yolculuğa çıkar: Define arayışına… Artık sınıf atlama çabası, bu kez boş vaatlerle dolu mistik sözlere teslim edilmiştir.
Film boyunca iliklerimize kadar hissettiğimiz Cabbar’ın fakirliği, hem görsel dil hem de oyunculuklarla derinleştirilmektedir. Yer yer yabancı gerçekçi filmleri anımsatsa da, Umut, zengin-fakir karşılaştırmalı kadrajları ve özellikle Cabbar ile Hasan (Tuncel Kurtiz) arasındaki at arabası sahneleriyle sinemamızda unutulmaz bir yere sahiptir.
Oyunculuklar:
Olmak ve Susmak… Cabbar’ın kaderi, bu ülkenin milyonlarca insanının gerçeğidir. Film, Türkiye’de sansürlenmiş ama Avrupa’da büyük ilgi görmüştür. Yılmaz Güney, Cabbar’ı öyle bir sadelikle oynar ki, sanki kendi bedenine değil, Cabbar’ın içine kendini koymuştur. Rol yapmaz; yaşar. Yan karakterler ise sanki gerçekten sokaktan alınmış gibidir. Filmin amatör ruhu, günümüzün yapay doğallık arayışlarına adeta meydan okur.
Ve elbette Tuncel Kurtiz… Cabbar’ın yakın arkadaşı Hasan rolünde, yalın ama derinlikli bir performans sergiler. Az konuşur ama çok şey taşır. Oyunculuğu, yalnızca varlığıyla bile sahnelerin duygusal yükünü taşır. Üfürükçü hoca karakterini canlandıran Osman Alyanak ise filmin en çarpıcı kırılma noktasıdır. Bu karakter, gerçekliğin dışına çıkan, boş vaatlerle dolu ama ikna edici görünen bir figürdür. Alyanak’ın teatral ama kontrollü performansı, sistemin umut tacirliği yaptığı alanları temsil eder.
Yılmaz Güney’in sinema anlayışı ise tiyatral oyunculuktan uzak, varoluşu içselleştiren bir çizgidedir. Bu yaklaşım, işçi sınıfını sinemada yalnızca konu değil, özne haline getirir.
Umut, sinemamızın en belgesel ruhlu kurmaca filmlerinden biridir.
Kamera ve Kurgu: Gerçekliğin İçinden Akan Bir Göz
Umut, biçimsel olarak da Türk sinemasında bir kırılma noktasıdır. Kamera, sadece gözlemleyen değil, olayların içine giren bir tanık gibidir. Sabit değil; omuzda, elde, hareketli… Özellikle at arabasının üzerindeki sarsıntılı planlar, gerçeklik duygusunu artırır. Film, neredeyse tamamen doğal ışıkla çekilmiştir. Mekânlar estetize edilmez; olduğu gibi gösterilir.
Güney’in kurgu anlayışı da klasik giriş–gelişme–sonuç yapısını reddeder. Film, Cabbar’ın ruh hâlini takip eder. Yavaş ritimli, tekrarlayıcı sahneler, Cabbar’ın döngüsel çıkmazını izleyiciye doğrudan hissettirir.
Umut her sahnede biraz daha yiter. Ve final… Cabbar ve hocanın çölde yürüyüşü, Türk sinemasının en unutulmaz sahnelerinden biridir. Uzayan planlar, sessizlik, kuraklık ve tükenen umut… Kurgu, umut vaat eden değil, umutsuzluğu sindiren bir yapı kurar.
Filmin en büyük cümlesi:
“Sistemin devam etmesini sağlayan şey, piyangonun çok küçük de olsa çıkma ihtimalidir.”
Ve Umut, o ihtimalin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini yüzümüze tokat gibi çarpar. Bu film, umut tacirliği yapmaz. Gerçeği haykırır. Çünkü kişisel kurtuluş yetmez; gerçek kurtuluş, toplumsaldır.